Yabancı Firmaların Satın Aldığı veya Ortak Olduğu 127 Türk Şirketi

Ülkelerindeki savaş sebebiyle; mülteci olarak Yurdumuza gelen birkaç İslam Ülkesinin vatandaşlarına, bazı kişiler düşman gibi davranıyorlar. Bunların hepsinin ülkelerine gönderilmesi istiyorlar.

Bu isteklere; bazı mültecilerin, özellikle gençlerinin uygunsuz davranışları, bizim toplumumuzda yadırganan tavırları, hareketleri ve konuşamaları olduğunu biliyoruz. Bu bazen öyle hal alıyorki, kendilerini misafir eden bu milleti çileden çıkarıyor.

Devlet buna bir çözüm olması için, sınırımızın ötesinde onlara şehirler kuruyor.

Bu arada; bu konuyu istismar eden siyasiler, hükûmet muhalifleri olmadık söylemlerde bulunuyorlar. Yöneticilerin bu mültecilere kol-kanat germesinin çok önemli sebepleri bulunuyor.

  1. ABD ve Avrupalıların güney sınırımıza PKK ve diğer teröristleri yığmaya çalışması, onlara binlerce TIR silah, cephane göndermesi, onlara askerî eğitimler vermesi, maddi ve siyasi destekte bulunması herhalde Türkiye’nin iyiliği için değil. Türkiye’nin bütün baskı ve itirazlarına rağmen yıllardır buna devam etmesinin de bir sebebi olduğunu düşünmek zorundayız. Güney sınırlarımıza yığdıkları teröristler o bölgenin insanları değil. Suriye Merkezi hükûmetinin gücü o bölgelere yetişmediği gibi, kendi vatandaşlarını koruma niyetleri ve güçleri de yok. ABD, bölgedeki Petrol kuyularının bulunduğu yerlere askerî üs kurarak yerleşiyor. Türkiye,

Vatikan’da Yeni Papa Seçimi Nasıl Yapılır?

Genç papaz, Seçilen Papa’nın erkek mi, kadın mı olduğunu kontrol ediyor.

Papalık seçimi sonrasında genç bir papaz, koltuğun altındaki oyuktan papa adayının genital bölgesini eller ve beklediğini bulunca gür bir sesle “Testiculos habet et bene pendentes” (onun sarkık testisleri var) diye bağırır ve Yeni Papa’nın erkekliğini ilan ederdi. Buna diğerleri hep birlikte “Habe ova noster papa” (Babamız erkek) diye cevap verirlerdi. Sonra neşe içinde papa seçiminin vaftiz törenine geçilirdi. Böylece seçilmiş Papa’nın kadın olup olmadığının testi (?) yapılmış oluyordu.

Yeni Papaların erkeklik testine tabi tutulmalarının garip bir hikayesi vardır.

“Papaların Katolik inancı gereğince kadınlarla ilişkiye girmeleri yasak olmasına rağmen aşklarıyla ve gayrımeşru çocuklarıyla tarihe geçmiş Papalar vardır. Ama en ilginci Vatikan’ın yüzkarası olarak görülen ve varlığı tarihten silinmeye çalışılan ‘Kadın Papa’ Joan’dır. 

Katolik kilisesi’ni yüzyıllardır rahatsız eden hikayenin kahramanı Joan, ingiliz bir ailenin kızı olarak Almanya’da doğmuştur.  Zeki bir kız olan Joan, kadın olmasının kendisine avantaj sağlamadığını düşünür. 12 yaşına geldiğinde; erkek elbiseleri giymeye ve erkek çocuk gibi dav­ranmaya başlar. Asıl hikaye ise Joan’ın Hristiyan misyonerlere katılmasıyla başlar.” 

Joan, din ve felsefe öğrendikten sonra tıp bilgisiyle vebayı ve bazı hastalıkları iyileştire­bilmektedir. Hac yolculuğuna çıkar ve Roma ya ulaşır. Kendisini John Anglicus ismiyle, erkek kılığında tanıtan Joan, Benedictine Manastırına girer. 

Roma’da bilgisi ile kısa sürede ismini duyurur, rahip ve kardinallerin de bulunduğu geniş bir çevre edinir. Okuduğu mühandisliğe ait kitaplardan öğrendiği bir mekanikle kendiliğinden kapanan kapı yapabilmektedir. Bunlarla dikkatleri üzerinde toplar.

johanna’ yı Gut hastası olan Papa’nın tedavisi için saraya getirirler. Papa’yı iyileştirir ve danışmanlık görevine getirilir.

Papa IV. Leon’un sağlığı bozulmaya başlayınca kardinaller, papalığa en layık kişi olarak onun adını dillendirmeye başlarlar. 

853 senesinde Papa Leon ölünce yerine kilise dışından bir kişi olmasına rağmen, Joan se­çilir. Ve 8.Joan adıyla göreve başlar. Papalık seçiminin halkın oylarıyla gerçekleştiği 9 yy da johanna papa olarak seçildiğinde ilk yaptığı icraat, kızlara yönelik bir okul projesidir. 8. Joan 2 sene 7 ay 4 gün boyunca Papalık tahtında otu­rur. 

Hizmetkarlarından biriyle ilişkisi olan Joan hamile kalır. 855 yılında Aziz Petrus Kilisesi’nin dışında kortej halinde yapılan dini tören sırasında doğum sancıları başlar, çocuğunu doğurur ve kadın olduğu ortaya çıkar. Coloseum ile St. Clement kilisesi arasındaki “Via Sacra” (kutsal yol) denen dar bir yolda doğum yapmıştır.

Bu olaydan sonra Papa Joan’ın başına neler geldiği ve nasıl öldüğü konusunda çeşitli riva­yetler bulunmaktadır; bazı yazarlar öfkeli kalabalık tarafından parçalandığını, di­ğerleri ise Roma sokaklarında atlara bağlanarak sürüklendi­ğini söylerler. Bazı tasvirlerde ise asıldığı resmedilmiştir.

Ölümünden sonra doğum yaptığı yere gömülür. Bu­raya dikilen mezar taşında “Petre, Pater Patrum, Papisse Prodito Partum” (Baba, babaların babası, Kadın Papanın ço­cuk doğurma ihaneti) yazıldığı ileri sürülmektedir. 

Papalar geleneksel ayinleri esnasında Romada yürürken daima bu noktada caddeden dö­nerler, bunun olaya duyulan nefretten do­layı yapıldığına inanılmaktadır .

Joan’ın adı, hem kadın cinsiyetinden, hem de olayın çirkinliğin­den dolayı, papalar listesinden silindi. 

Papalar geleneksel ayinleri esnasında Romada yürürken daima bu noktada caddeden dönerler, bunun olaya duyulan nefretten do­layı yapıldığına inanılmaktadır.

Bazı yazarlar “Kadın Papa” olayının efsane olduğunu, “erkek kılığında gezen kadın azizler şeklindeki klasik Hristiyan geleneğin­den” doğduğunu, bazıları ise hiçbir kaynakta yer almadığını ve tüm hikayenin Protestan Kilisesi tarafından uydurulmuş bir efsane olduğunu belirtiyorlar.

Ancak bazı gerçekler var ki; olayın doğruluna karine olmaktadır.

1-                     Siena katedralinin ortasında legal tüm papaların büstü bu­lunmaktadır. Johannes VIII ün büstü 1600 yılına kadar Leo IV ile Benedict III ün arasında dur­maktaydı, bu tarihte Papa Clement VIII onun kaldrırılmasını emretmiş ve yerine Papa Zachary’ inki hemen konmuştur.

2-                   İtalya’ da “La Sedia Gestatoria” denen ünlü porfiri koltuğunun varlığıdır. Bu kırmızı mermer koltuk, şimdi Vatikan müzesindedir. Bir değer benzeri koltuk, Napolyon tarafından çalınmış ve rivayete göre Louvre (Luvr) müzesine konmuştur. Bu koltukların oturak yerleri oyuktu ve her ikisinin de 1099 (Paschall II ve 1513 (Leo X) arasında papaların atanma töre­ninde kullanıldığı bilinmektedir.

3-                   Resmi papalık ayinlerindeki yol, Joan’ ın doğurduğu yerden kaçınmak amacıyla değiştirildi. Dönüşün baş­ladığı bu noktada caddede küçük bir kilise vardı ve resmi adı “Bakireler Şapeli” olmasına karşın, popüler ismi “Kadın Papa Şapeli” dir

“Kadın Papa” olayının yazarları ve sinemacıları da cezbettiğini görüyoruz. Sadece 20. yy da 6 hikaye ve oyun yazılmış. 

Son yıllarda gösterime giren “Pope Joan” filmi Vatikan’ın tepkisini çekmiş bulunuyor. Buna rağmen İtalyan izleyicilerin büyük ilgisini çekmeyi ba­şarmış.

KERBELA

Hz. Hüseyin: Kerbela’da aile halkından 19 kişi olmak üzere 72 kişiyle birlikte şehit edilmiştir. Allah; Hz. Hasan (ra) ve Hazreti Hüseyin (ra)’a rahmet eylesin..Bizleri hakkıyla ehli beyte uyan kullarından eylesin, yollarından giden ümmet eylesin amin..

Hz. Fatıma, Hicret’in 2. yılında Hz. Ali ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir. Muhassım küçükken vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in Hasan ve Hüseyin’i sevmesi ve insanların da onları sevmelerini istemesi ile onlar için yaptığı dua birçok rivayete konu olmuştur. Bir defasında Hz. Hasan’ın elini sakalına dokundurmuş, sonra yüzünü ona iyice yaklaştırarak “Allah’ım ben onu seviyorum, sen de O’nu ve O’nu seveni sev.” demiştir. Yine “Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sever, kim de onlara buğz ederse bana buğz eder.” dediği nakledilmiştir. (İbn Sa’d, VI, 360, 362.)

Rasûlullah(sav) mescitte birini sağ, diğerini sol dizine oturtmuş, bir ona bir diğerine sevgi gösteriyor idi. Sahabeden birisi “Ya Rasûlullah (sav), onları seviyorsun herhalde?” deyince “Kim onları severse beni sever, kim onlara buğz ederse bana buğz eder.” buyurmuştur. “Ehl-i Beyt’inden en sevimli olanlar kimlerdir?” diye sorulunca Hz. Peygamber: “Hasan ve Hüseyin’dir.” diye cevap vermiştir. (İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 1208; Zehebî, Târîhu’l-İslam, (41-60), 36,37.)

Bir gün Rasûlullah (sav)’ın Hasan’ı öptüğünü gören Akra b. Hâbis ona: “Benim on çocuğum var ama daha hiç birini öpmedim.” deyince Hz. Peygamber: “Allah senden rahmet duygusunu almışsa ben ne yapayım.” demiştir.

Hz. Ali, Haricîler tarafından bir suikastle şehit edilirken, Hz. Hasan Müslümanların kanlarının dökülmemesi için hilafetten ferâgat etmiştir. Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezid’e biat etmeyen Hz. Hüseyin ise, Kerbela’da yakınlarıyla birlikte şehit edilmiştir.

ABD, Türkiye’nin En İyi Dostu Olduğunu Gösterdi..

Şu ABD çok iyi bir müttefik (!) Arızalı uçakları Türklere vermeyelim diye, parasını bile aldıkları uçakların kazığından dost Türkleri korudu…..ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, yeni nesil F-35 savaş uçaklarının teslim alınması sürecini, bir üretim hatası sebebiyle dondurulduğunu açıkladı. (12.04.2018) Pentagon ve üretici firmanın uçaklardaki paslanma sorununun maliyetinin kim tarafından karşılanacağı konusunda anlaşamadığı belirtildi. Pentagon’un yeni uçakları teslim almayı reddettiği ifade ediliyor. Gecikmenin proje ortağı diğer ülkeleri de etkileyebileceği belirtiliyor.

F-35 uçaklarında kullanılan yazılımların 31 kez iyileştirilmiş olmasına karşın, bazı kilit öneme sahip kusurların şimdiye kadar hala düzeltilemediği kaydedildi. Ayrıca F-35’lerde tespit edilen ve uçakların savaştaki kullanımını etkileyebilecek yaklaşık Bin kusurun hala giderilmediği vurgulandı.

Uçaklara havada yakıt takviyesi yapılamadığını, teknik sorunların ‘havadan havaya’ ve ‘havadan karaya’ füzelerinin fırlatılmasını olumsuz etkilediğini, pilotların kullandığı kasklardaki sayısal ekranların hatalı çalıştığını, arıza tarama aygıtlarının ise bazı sistemleri fiilen normal çalışsa da ‘arızalı’ olarak gösterdiği bildiriliyor. F-35 uçaklarının 18 yıla uzayan tasarım aşamasının sonuna gelinmesi için araçların yoğun testlerden geçirilmesi gerekiyor.

Raporu hazırlayan uzmanlar, söz konusu testlerin 2020 ye kadar tamamlanacağına şüphe ile bakıyorlar. F-35 programı ABD’ye yaklaşık 1,5 trilyon dolara mal oldu. ABD’li uçak üreticisi Lockheed Martin’in 19 yıldır üzerinde çalıştığı F-35’ler, teknik hatalar nedeniyle ABD Başkanı Donald Trump da dâhil olmak üzere birçok kişi tarafından eleştirildi. F 35 lerin hataları, 2017 den bu yana giderilebilmiş değil.

2017 de bu hatalar hakkında görevinden ayrılan ABD Savunma Bakanlığı Deneyler Bürosu Direktörü Michael Gilmore‘un “Yüzlerce kritik hata, F-35’in tam kapasiteli savaş makinesi olmasına izin vermiyor” dediği raporunda, “Bugün itibariyle, F-35’in hiçbir modifikasyonu savaşta güvertedeki silahları kullanamıyor” ifadeleri yer alıyor.(https://breakingdefense.com/tag/michael-gilmore/)

Bunun yanında; National Interest yazarlarından Dan Grazier ise şöyle yazmıştı.(https://www.star.com.tr/…/f35-savas-ucagi-hakkinda…/) “Yeni uçak, seleflerinin sahip olduğu manevra kabiliyetine sahip değil. Süpersonik hızlardaki uçuş parametreleri kabul edilemez durumda. Hız vektörünü değiştiren aerodinamik kuvvetler araca etki yapıyor. Üstelik F-35 hava savaşında tamamen çaresiz çünkü, mevcut işletim sistemi sadece iki ‘havadan havaya’ füzesiyle çalışabiliyor.”Dan Grazier’e göre; “ALÇAK İRTİFADA UÇAMIYOR” : Büyük umutlar bağlanan uçağın daha önce karadaki operasyona destek için kullanılmasının planlandığını hatırlatan uzman, “Ama kısa süre sonra uçağın alçak irtifada uçamadığı, yazılımının ise 4 namlulu GAU-22/A topuyla baş edemediği ortaya çıktı” dedi.Uçak gemisi için geliştiren F-35 modifikasyonun da askerleri hayal kırıklığına uğrattığını anlatan Grazier, “USS George Washington uçak gemisinde yapılan deneyler sırasında kabul edilemez dikey titreşimin tespit edildiğini” belirterek, “Pilotların kafası ışığa çarpıyordu.“”Maliyeti çok yüksek olan kasklar bile onları morluklardan kurtaramadı” diye yazdı.

“EN BÜYÜK SORUN MALİYETİ” En büyük sorunun F-35’in maliyeti olduğunu ifade eden Grazier, “Deney uçuşunun 1 saatinin ABD’li vergi mükelleflerine olan maliyeti 44 bin dolar. Uçuş bu kadar pahalıyken pilotlar, gereken becerileri elde etmek için yeterince zaman bulamayacak” yorumunda bulundu.”https://www.star.com.tr/…/f35-savas-ucagi-hakkinda…/https://www.star.com.tr/…/f35-savas-ucagi-hakkinda…/

F-35 savaş uçağı hakkında flaş iddia | STAR

Atatürk’ün 82. Ölüm Yıldönümü Münasebetiyle

Ülkeler; Devleti kuran veya büyük hizmetlerde bulunanlara  ölümlerinden sonra anıt mezarlar yapmışlardır. Türk Devleti de, çürümüş, harabolmuş, yıkılmak üzere olan asırlık Osmanlı İmparatorluğundan, bütün dünyanın takdir ettiği modern, dinamik ve güçlü bir Türkiye kuran Mustafa Kemal’e Atatürk ismini vermiş ve kendisinin vefatından sonra da Ankara’nın en güzel yerine bir Anıt-mezar yaptırmıştır. Bunun adına da Anıt-kabir demiştir.

Mustafa Kemal’e düşman ve  kötülük etmek isteyenler, O’nu sevmediği zannedilen kişiler değil, O’nun mirasını paylaşanlar, O’nun adını dillerine dolayarak Türkiye’nin idaresinin kendilerine ait olduğunu söyleyenler olmuştur. İşte  bunun bir örneği.

Aşağıdaki tarihlere dikkatinizi çekmek istiyorum:
10 Kasım 1938  Atatürk’ün ölümü, 10 Kasım 1953 Atatürk’ün nâşının Anıtkabir’e nakledilmesi. Anıtkabire nakil, ölümünden tam 15 yıl sonra gerçekleşiyor.
Bu sürenin 12 yılı  içinde Devleti idare eden Milli Şef İsmet İnönü’dür. Son 3 yılında ise Celal Bayar-Adnan Menderestir.

Anıtkabir’in yapımı çalışmalarının kronolojisi:

1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açıldı.. Ölümünden tam 3 yıl sonra.
9 Ekim 1944 tarihinde yapım çalışmaları başladı. Ölümünden tam 6 yıl sonra.
1953 yılında Anıtkabir’in inşası tamamlandı. Ölümünden tam 15 yıl sonra
Şimdi sormak gerekmez mi; Savaşın Başkomutanı, Devletin Kurucusu, İlk Cumhurbaşkanı, bütün milletin ölümünde gözyaşı döktüğü bir milli Kahraman’ın anıt mezarının:

  • Yarışması ölümünden 3 yıl,
  • Yapıma başlaması 6 yıl,
  • Yapımının tamamlanması 15 yıl nasıl geciktirilebilir.

Bunun ilmi ve mantıki bir izahı var mıdır. ? 
Mustafa Kemal’in “Ebedi Şef” seçilmesine nazire olarak kendisine “Milli Şef” dedirten ve hayatı boyunca Mustafa Kemal’in yolunda gittiğini vurgulayan  İsmet İnönü, Şefinin mezarının yarışmasını bile 3 yıl sonra yapıyor, yapımına 6 yıl sonra başlıyor. İktidarda kaldığı 12 yıl içinde de bitirmiyor.  

O İnönü ki, Mustafa Kemal’in sağlığında söylenmemiş olan “Kemalist” sözcüğünü de ilk defa kullanan kişi..

Anıt mezarın 9 yılda tamamlanması akıl alacak bir durum değil. Öyle zannediyorum ki, İnönü döneminde 9 yıl içinde bitirilmeyen, kasıtlı geciktirilen Anıtkabir yapımı, DP iktidara gelmesi ile hakiki bir Atatürkçü olan Celal Bayar tarafından 3 yıl geçmeden bitirildi.

İnönü, Atatürk’ün mezarını geçiktirirken, Pullardan ve paralardan resimlerini kaldırmakta geçikmedi.

Artık şeffaflık isteyen ve sorgulama yapabilen beyinler var. Tek parti, Tek adam, Tek ideoloji dönemi bitti. 
Ya herkes buna alışacak veya Atatürk’ün gösterdiği hedef olan “Muasır medeniyetin üstüne çıkmak” hayal olacak..
(Muzaffer Deligöz-16.08.2004/güncelleme 2020)
———-

Anıt-Kabri yaptıran Celal Bayar’ı içeri almadılar..

(Alıntı: Ahmet Dönmez)

Bugün Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 70’inci yıldönümü. Binlerce insan Ata’sını anmak için Anıtkabir’e akın edecek. Yapımına karar verilen Anıtkabir’e ‘ilk çivi’ Atatürk’ün ölümünden tam 12 yıl sonra çakıldı.

Gerekçe ise halefi İsmet İnönü’nün ilgisizliğiydi. Atatürk’ün son başbakanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, birçok konuda olduğu gibi Anıtkabir’in inşasında da İnönü’nün ona karşı vefasız davrandığını belirtiyor.

Dedesinin hatıratından yola çıkarak, “Büyükbabamın ilk işi Anıtkabir’i bir an önce yaptırıp Atatürk’ü Etnografya Müzesi’nde bir tahta masanın üzerinde yatmaktan kurtarmaktı.” diyen Naskali, buna rağmen Bayar’ın cezaevinden çıktıktan sonra Anıtkabir’i ziyaretine izin verilmediğini söylüyor.

Atatürk’ün 10 Kasım 1938 yılında vefat etmesinin ardından defnedilmesi 15 yıl sürdü. Bu süre içerisinde naaşı Ankara’da Etnografya Müzesi’nde bir masanın üzerinde bekletildi. Anıtkabir yapma kararı 6 Aralık 1938’de alınmış olmasına rağmen Rasattepe’deki kamulaştırma çalışmaları bir türlü bitirilemediği için anıtmezar inşaatına başlanamıyordu. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, hemen işe koyuldu.

Celal Bayar, cumhurbaşkanı seçildiğinin ilk haftasında Anıtkabir’in inşaatı konusunu ele aldı. Bayar, hatıratında bunu şöyle anlatıyor: “Bir defterim vardı, oraya günlük işlerimi not ederdim. Bu günlük notların ilk maddesini, daima Anıtkabir teşkil ederdi. Anıtkabir yapılıncaya ve o büyük eşsiz insan, ebedî istirahatgâhına terk olununcaya kadar not defterimin birinci maddesi değişmemiştir.” Bayar, ilk günlerde Anıtkabir’in inşa edileceği Rasattepe’ye gider, planları inceler ve ilgililerden bilgi alır. İşlerin ağır bir tempo ile yürütülmesinden rahatsız olarak hükümeti harekete geçirir. İnşaat hızlanırken Bayar zaman buldukça gider ve çalışmaları yerinde izler.

Anıtkabir’in heykelleri, kabartmaları, yazı ve mozaik işleri de DP döneminde yarışmaya açılır ve yaptırılır. İnşaat faaliyetlerini Başbakan Adnan Menderes de yakından takip eder. Bayar’ın bu konudaki görüşü, “İkimiz de yakından takip ettiğimiz için bu konuda birbirimize verecek taze haber bulamazdık. Yürümeyi çok seven Başvekil Menderes, sık sık Anıtkabir’e uğrayarak hem yürüyüş yapıyor hem de çalışmaların hızlandırılmasını teşvik ederdi.” şeklinde. Atatürk’ün bir tahta masa üzerinde yattığını düşünmenin kendisi için dayanılmaz bir sızı olduğunu ifade eden dönemin cumhurbaşkanı, hatıratına şu notu düşmüş: “Başvekil Adnan Menderes’le son bir defa daha Anıtkabir’i gözden geçirdik, karar verdik ki içinde bulunduğumuz 1953 yılının 10 Kasım’ında Atatürk’ü ebedî makberesine tevdi edebiliriz.”

Anıtkabir’i inşa ettiren Bayar, Yassıada mahkemesinde önce idama mahkum edildi, sonra ilerlemiş yaşı sebebiyle bu ceza müebbete çevrildi. 1961 yılında cezasını çekmek üzere Kayseri Cezaevi’ne gönderilen Bayar, burada yaklaşık 3 yıl kaldı. 1963’te alınan sağlık raporu üzerine tahliye edildi. Bayar, büyük bir konvoyla Ankara’ya geldi. Amacı Cebeci Mezarlığı’ndaki eşi Reşide Bayar’ı ve Anıtkabir’i ziyaret etmekti. Fakat Anıtkabir’i ziyaretine izin verilmedi.

Araştırmacı-yazar Süleyman Yeşilyurt’un ‘Paşalar’ isimli son kitabına göre, ziyaret gerçekleşmesin diye Anıtkabir o güne mahsus kapatılmıştı. Geceyi damadı Ahmet Gürsoy’un yeğeni Avukat Yılmaz Şahinalp’ın evinde geçirdi. Ertesi gün, kendisine sağlık raporu veren doktor tutuklanırken tahliye kararı da kaldırıldı ve 28 Mart’ta gözaltına alınarak tekrar Kayseri Cezaevi’ne konuldu. O gün yaşananları Zaman’a anlatan Şahinalp şunları söyledi: “Ankara’ya gelişiyle tansiyon yükseldi. Meneviş Sokak’taki evimiz taşlandı, camlar kırıldı. Sağlık raporunun sahte olduğu öne sürülerek gece yarısı itfaiye araçlarıyla gelip balkondan içeriye girdiler. Bayar’ı Numune Hastanesi’ne götürerek başka bir rapor aldılar.” Şahinalp, sadece Bayar’a yönelik bir uygulama olarak anılmaması için Anıtkabir’in o gün tüm ziyaretlere kapatıldığını anlattı. (Alıntı: Ahmet Dönmez)


ATATÜRK’ÜN  HAYATINDAKİ ÖNEMLİ TARİHLER:

1881 Mustafa’nın Selanik’te doğuşu
1893 Mustafa’nın Selanik Askeri Rüştiyesi’ne yazılması,
1896 Askeri Rüştüye’de Mustafa adlı öğretmeninin kendisine Kemal adını verdiği Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi (Lisesi)’ne geçti.
13 Mart 1899 Mustafa Kemal, İstanbul’da Harbiye (Harp Okulu) piyade sınıfına girdi.
10 Şubat 1902 Mustafa Kemal’in Harp Okulu’nu teğmen rütbesiyle bitirerek Harp Akademisi’ne geçmesi
11 Ocak 1905 Mustafa Kemal’in Kurmay Yüzbaşı olarak Harp Akademisi’nden mezun olması ve merkezi Şam’da bulunan Beşinci Ordu emrine verilmesi
Ekim 1905 Mustafa Kemal’in bazı arkadaşlarıyla birlikte Şam’da gizli “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurması
20 Haziran 1907 Mustafa Kemal’in rütbesinin Kolağasılığına (kıdemli yüzbaşı) yükseltilmesi
13 Ekim 1907 Mustafa Kemal’in Selanik’te III. Ordu’ya atanması
15-16 Nisan 1909 Mustafa Kemal’in 31 Mart (13 Nisan) ayaklanması üzerine Hareket Ordusu’nun kurmay başkanı olarak İstanbul’a hareket etmesi
6 Eylül 1909 Mustafa Kemal’in Selanik’te III. Ordu Piyade Subay Talimgâhı Komutanı olması (aynı yıl içinde Kolağası rütbesiyle 38. Piyade Alayı komutanı olmuştur.)
Mayıs 1910 Mustafa Kemal’in Mahmut Şevket Paşa’nın kurmay başkanı olarak Arnavutluk harekâtlarında bulunması
17-21 Eylül 1910 Fransa’da yapılan manevralara (Picardie) Türk Ordusu temsilcisi olarak katılması.
13 Eylül 1911 Mustafa Kemal’in İstanbul’a Genelkurmay’a nakledilmesi
27 Kasım 1911 Mustafa Kemal’in Binbaşılığa yükseltilmesi
22 Aralık 1911 Mustafa Kemal’in İtalyan – Osmanlı Trablus savaşında Tobruz Taarruzunu başarıyla idare etmesi
25 Kasım 1912 Mustafa Kemal’in Bahrısefid Boğazı (Çanakkale) Kuvâ-yı Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atanması
27 Ekim 1913 Mustafa Kemal’in Sofya Ataşemiliteri olması
1 Mart 1914 Mustafa Kemal’in Yarbaylığa yükselmesi
2 Şubat 1915 Mustafa Kemal’in Tekirdağ’da 19. Tümeni kurmaya başlaması (25 Şubat 1915’te tümen kuruluşunu tamamlayarak Maydos’a gelmiştir.)
25 Nisan 1915 İtilaf Devletlerinin Arıburnu’na asker çıkarmaları üzerine Mustafa Kemal’in tümeniyle düşmanı önleyerek durdurması.
1 Haziran 1915 Mustafa Kemal’in Albaylığa yükselmesi
8-9 Ağustos 1915 Mustafa Kemal’in Anafartalar Grubu Komutanlığı’na atanması
10 Ağustos 1915 Mustafa Kemal’in bizzat idare ettiği taarruzla Anafartalar cephesinde düşmanı geri atması
17 Ağustos 1915 Mustafa Kemal’in Kireçtepe’de zafer kazanması
21 Ağustos 1915 Mustafa Kemal’in II. Anafartalar Zaferini kazanması
1 Nisan 1916 Mustafa Kemal’in Tümgeneralliğe yükseltilmesi
7 Mart 1917 Mustafa Kemal’in Diyarbakır’daki II. Ordu Komutan Vekilliğine atanması
16 Mart 1917 Mustafa Kemal’in Diyarbakır’daki II. Ordu Komutanlığı’na asil olarak atanması
5 Temmuz 1917 Mustafa Kemal’in Halep’teki VII. Ordu Komutanlığı’na atanması
20 Eylül 1917 Mustafa Kemal’in VII. Ordu Komutanı sıfatıyla memleketin ve ordunun durumunu açıklayan tarihi raporunu göndermesi
15 Ekim 1917 Mustafa Kemal’in VII. Ordu Komutanlığı’ndan ayrılarak İstanbul’a dönmesi
15 Aralık 1917 Mustafa Kemal’in Veliaht Vahdettin ile Almanya’ya gitmesi
16 Aralık 1917 Mustafa Kemal’e “Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı” verilmesi
7 Ağustos 1918 Mustafa Kemal’in Filistin’de bulunan VII. Ordu Komutanlığı’na ikinci defa tayin edilmesi
26 Ekim 1918 Mustafa Kemal’in komuta ettiği VII. Ordu Birliklerinin düşman taarruzunu Halep’in kuzeyinde bugünkü sınırlarımız üzerinde durdurması
31 Ekim 1918 Mustafa Kemal’in Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olması
13 Kasım 1918 Mustafa Kemal’in Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nın lağvı üzerine İstanbul’a gitmesi
30 Nisan 1919 Mustafa Kemal’in IX. Ordu Müfettişi olması
16 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’in Samsun’a gitmek üzere Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılması
19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması
21-22 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’in Amasya’dan yolladığı genelgeyle, Milli Kuvvetleri bir gaye ve bir teşkilat çerçevesinde toplamak amacıyla Sivas Kongresi’ni toplanmaya çağırması
26 Haziran 1919 Amasya’dan Sivas’a hareketi
3 Temmuz 1919 Mustafa Kemal’in Erzurum’a ilk gelişi
8-9 Temmuz 1919 Mustafa Kemal’in resmi görevinden ve askerlikten çekilmesi
23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi’nin toplanması ve Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi’ne başkan seçilmesi
4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin toplanması ve Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ne başkan seçilmesi
11 Eylül 1919 Mustafa Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi Başkanlığına seçilmesi
20-22 Ekim 1919 Mustafa Kemal’in İstanbul’dan gelen Bahriye Nâzırı (Bakan) Salih Paşa ile Amasya’da görüşmesi ve Amasya bildirgesinin imzalanması
7 Kasım 1919 Mustafa Kemal’in İstanbul’da toplanması kararlaştırılan Osmanlı Meclisi için Erzurum’dan Milletvekili seçilmesi (Büyük Millet Meclisi’nin birinci dönemi için yapılan seçimde ve ondan sonraki seçimlerde Ankara’dan Milletvekili seçilmiştir.)
27 Aralık 1919 Mustafa Kemal’in Heyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte Ankara’ya gelmesi
16 Mart 1920 İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali üzerine Mustafa Kemal’in durumu bütün devletler ve Millet Meclisleri nezdinde protesto etmesi ve Ankara’da yeni bir Millet Meclisi girişiminde bulunması
23 Nisan 1920 Mustafa Kemal’in Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açması
24 Nisan 1920 T.B.M.M.’nin Mustafa Kemal’i başkanlığa seçmesi
11 Mayıs 1920 Mustafa Kemal’in İstanbul Hükümetince ölüm cezasına çarptırılması (Bu karar 24 Mayıs 1920’de Padişah tarafından onaylanmıştır)
13 Eylül 1920 Mustafa Kemal tarafından “Halkçılık ” programının Büyük Millet Meclisine sunuluşu
5 Aralık 1920 Mustafa Kemal’in İstanbul’dan gelen Osmanlı delegeleri Ahmet İzzet ve Salih Paşa’larla Bilecik İstasyonunda görüşmesi
10 Mayıs 1921 Mustafa Kemal tarafından Büyük Millet Meclisi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması ve kendisinin Grup Başkanlığı’na seçilmesi
13 Haziran 1921 Mustafa Kemal’in Fransız temsilcisi F. Bouillon ile Ankara’da görüşmesi
5 Ağustos 1921 Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal’e Başkomutanlık görevinin verilmesi
23 Ağustos 1921 Mustafa Kemal’in 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı’nı yönetmeye başlaması
13 Eylül 1921 Mustafa Kemal’in Sakarya Zaferi’ni kazanması
19 Eylül 1921 Mustafa Kemal’e Büyük Millet Meclisi tarafından Mareşallik rütbesinin ve Gazi unvanının verilmesi
26 Ağustos 1922 Gazi Mustafa Kemal’in Kocatepe’den Büyük Taarruzu idareye başlaması
30 Ağustos 1922 Gazi Mustafa Kemal’in Dumlupınar’da Başkomutan Meydan Savaşı’nı kazanması
10 Eylül 1922 Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’e girişi
1 Kasım 1922 Gazi Mustafa Kemal’in teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi’nin saltanatı kaldırılmasına karar verişi
14 Ocak 1923 Gazi Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın İzmir’de ölümü
29 Ocak 1923 Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’de Lâtife (Uşaklıgil) Hanım’la evlenmesi (5 Ağustos 1925’te ayrılmışlardır)
17 Şubat 1923 Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’de ilk Türkiye İktisat Kongresi’ni açması
13 Ağustos 1923 Gazi Mustafa Kemal’in ikinci kez Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na seçilmesi
11 Eylül 1923 Gazi Mustafa Kemal’in Halk Partisi’ni kurması
29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı ve Gazi Mustafa Kemal’in ilk Cumhurbaşkanı seçilmesi
1 Mart 1924 Gazi Mustafa Kemal’in Büyük Millet Meclisi’ni açışı ve Halifeliğin kaldırılması ile öğretimin birleştirilmesi gereğini konuşmasında belirtmesi
23 Ağustos 1925 Gazi Mustafa Kemal’in Kastamonu’da şapka ve kıyafet devrimini başlatması
3 Ekim 1926 İstanbul’da Sarayburnu’nda Mustafa Kemal’in ilk heykelinin dikilmesi
1 Temmuz 1927 Gazi Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk defa İstanbul’a gelmesi
15-20 Ekim 1927 Gazi Mustafa Kemal’in CHP İkinci Kurultayı’nda tarihi büyük nutkunu söylemesi
1 Kasım 1927 Gazi Mustafa Kemal’in ikinci kez Cumhurbaşkanlığına seçilmesi
9-10 Ağustos 1928 Gazi Mustafa Kemal’in Sarayburnu’nda Türk harfleri hakkındaki nutkunu söylemesi
12 Nisan 1931 Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu’nun kurulması
4 Mayıs 1931 Mustafa Kemal’in üçüncü kez Cumhurbaşkanlığına seçilmesi
12 Temmuz 1932 Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Dil Kurumu’nun kurulması
29 Ekim 1933 Gazi Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in onuncu yıldönümü dolayısıyla tarihi nutkunu söylemesi
24 Kasım 1934 Büyük Millet Meclisi’nin Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadını veren yasayı kabul etmesi
1 Mart 1935 Atatürk’ün dördüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmesi
11 Haziran 1937 Atatürk’ün çiftliklerini devlete ve bir kısım gayrimenkullerini Ankara Belediyesi’ne bağışlaması
30 Mart 1938 Atatürk’ün hastalığı hakkında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nce ilk kez resmi tebliğ yayınlanması
5 Eylül 1938 Atatürk’ün vasiyetnamesini yazması (Açılış: 28 Kasım 1938)
16 Ekim 1938 Atatürk’ün hastalık durumu hakkında günlük resmi tebliğler yayımına başlanması
10 Kasım 1938 Atatürk’ün aramızdan ayrılması
21 Kasım 1938 Atatürk’ün cenazesinin Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabre törenle konulması
10 Kasım 1953 Atatürk’ün nâşının Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden Anıtkabir’e nakledilmesi
————–

Risale-i Nur Talebelerinin Avukatları -2-

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN VE RİSALE-İ NUR TALEBELERİNİN DAVALARINA GİREN AVUKATLAR:

1-YUSUF ZİYA SÖNMEZ: 1876 Fatsa doğumludur. Said Nursi ve talebelerinin 1943 Denizli mahkemesinin fahri avukatıdır. Ziya Sönmez aynı zamanda Bediüzzaman’ın ilk avukatıdır. Hz. Üstad’ın 1935 Eskişehir mahkemesi dâhil, daha önce hiç avukatı olmamıştı. Merhum Yusuf Ziya Sönmez, hâkimlikten emekli olduktan sonra Denizli’ye avukatlık yapmak üzere gelmişti. O tarihte Denizli’de sadece bir avukat vardı. Risalelerde ‘Avukat Ziya’ şeklinde adı çokça geçmektedir. Bediüzzaman Hazretlerinin, “Bizleri ebede kadar minnettar eyledi” dediği ilk avukatı Yusuf Ziya Sönmez, 1949 yılında İzmir’de vefat etti. Mezarı Karşıyaka kabristanındadır. 

2-AHMET HİKMET GÖNEN: 1912 Afyon doğumludur. Afyon Baro Başkanlığı da yapmıştır. Bediüzzaman ve talebelerinin 1948 Afyon mahkemesinin avukatlığını yaptı. Risalelerde adı ‘Avukat Hikmet’ şeklinde geçmektedir. On Dördüncü Şua’da, “Başbakanlığa, Adliye Başkanlığına, Dâhiliye Bakanlığına” diye başlayan ve “Bir tek gayem vardır” şeklinde devam dilekçeyi 1948 senesinde Bediüzzaman’ın avukatı Ahmet Hikmet Gönen yazmıştır. Said Nursi Hazretleri bu parçayı beğenip takdir etmiş ve altına kendi imzasının atılmasını kabul etmiştir

3-HULUSÎ BİTLİSÎ AKTÜRK: 1881 yılında Bitlis’te doğmuştur 1948’de Afyon mahkemesinde, 1949’da da Ankara Temyiz Mahkemesi’nde Bediüzzaman’ın avukatlığını yapmıştır. 1948 yılı sonlarında, Abdurrahim Zapsu’nun sahibi olduğu Ehli Sünnet mecmuasında Bediüzzaman hazretleriyle alâkalı kıymetli makaleler yazmıştır. 1967 yılında Ankara’da vefat etti.

4- HALİL HİLMİ BOZCA: 1888 Bolvadin doğumludur. TBMM 1. Dönem Afyonkarahisar milletvekilidir. Afyon Baro başkanlığı da yapmıştır. 1948 Afyon davasında Bediüzzaman ve talebelerinin avukatıdır. Hz. Üstad, Ondördüncü Şuâ’da avukatı Halil Hilmi’den şöyle bahsetmektedir: “Avukata, reise okutmak için parçayı gönderdiniz mi? Hem Halil Hilmi, vahdet-i mes’ele itibariyle yalnız Sabri’nin değil, belki umumumuzun avukatıdır. Ben bu nazarla ona bakıyorum. Şimdi umumumuzun hesabına birinci avukatımıza tam yardım etsin.” Bayram Yüksel ve İbrahim Fakazlı ağabeylerden kaydettiğim ses kaydında, Avukat Halil Hilmi’nin Afyon mahkeme heyetine karşı, Bediüzzaman’ın Rusya esaretinde ‘Nikola’ya ayağa kalkmama’ hadisesini okuduğunu anlatmaktadırlar. Muhtemelen Hz. Üstad’ın: “Avukata, reise okutmak için parçayı gönderdiniz mi?” diye sorduğu, bu parça olabilir.

5-ABDURRAHMAN ŞEREF LAÇ: 1908 yılında Prizren’de doğdu. 1948’de Afyon’da Bediüzzaman’ın fahri avukatlığını yaptı. 1952 İstanbul Gençlik Rehberi davasına da girdi ve en uzun müdafaayı yaptı. Daha sonraları başka Risale-i Nur davalarına da girdi. 17 Eylül 1982 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

6-MİHRİ HELAV: Aslen Kerküklüdür. Bediüzzaman hazretlerinden, Eski Said döneminde Van Horhor Medresesi’nde ders almıştır. Bediüzzaman’ın 1952 İstanbul Gençlik Rehberi davasına girdi. Emirdağ Lâhikası’nda Hz. Üstad kendisinden şöyle bahsediyor: “Eski Said’in mühim bir talebesi Avukat Mehmed Mihri ve dava vekili damadı Âsım olarak demişler ki: Elli avukat ile beraber bu mes’ele için mahkemeye gireceğim. Fakat inşâallah ona hacet kalmadan ve mahkemeye düşmeden alacağım.” Mihri Helav 1957’de vefat etti.

7-SENİYÜDDİN BAŞAK: Doğum yeri ve tarihini tespit edemedim. Bediüzzaman Said Nursi’nin 1952 İstanbul Gençlik Rehberi davasına girdi ve kısa bir müdafaa yaptı. 15 Mart 1963’de vefat etti. 

8-LATİF AYKUT: Avukat Latif Aykut’a, 15 Şubat 1952 tarihinde Bediüzzaman Hazretleri tarafından verilmiş bir vekâlet örneği arşivimde var. Fakat davalara girip girmediğini tespit edemedim. 

9-BEKİR BERK: 1926 Ordu do­ğum­ludur. 1973 se­ne­si­ne ka­dar İs­tan­bul Ba­ro­su’na ka­yıt­lı ola­rak avu­kat­lık yap­tı. 1958’de Is­par­ta mil­let­ve­ki­li Dr. Tah­sin To­la’nın tek­li­fiy­le ilk de­fa bir Risale-i Nur da­va­sı­nın ve­kâ­le­ti­ni al­dı. Daha son­ra­la­rı Üs­tad haz­ret­le­ri­ni zi­ya­ret eden Be­kir Berk, Hz. Üs­tad’tan bü­yük il­ti­fat­lar gör­dü. Ve Bediüzzaman hiç tereddüt etmeden Avukat Bekir Berk’e ait çok sayıda antetli boş A4 kağıdının altına mührünü basarak vekâletini verdi. Bekir Berk artık hayatını Nur davalarına vakfetmiş, 163. mad­de’nin tam bir uz­ma­nı ol­arak, bin­ler­ce Nur da­va­sın­da, bin­ler­ce maz­lu­mun im­da­dı­na ye­tiş­miş­tir. 1971 İz­mir Sı­kıy­ö­ne­tim Mah­ke­me­since tutuklandı, hapis yattı. Ka­de­rin sev­kiy­le 1974 yı­lın­dan iti­ba­ren Cid­de Rad­yo­su’n­da pro­gram­cı ve spi­ker ola­rak hiz­met et­ti. 14 Ha­zi­ran 1992’de ter­his tez­kere­si­ni alıp ebe­dî âle­me irtihal eyledi. Merhum Bekir Berk’in Risale-i Nur davalarına nasıl vakf-ı hayat ettiği Avukat Gültekin Sarıgül maddesinde anlatılmıştır.

10-GÜLTEKİN SARIGÜL: 1937 Antalya/Korkuteli/ Başpınar köyünde dünyaya gelmiştir. 1956’da Ankara Hukuk Fakültesine okurken Bediüzzaman ismini duyar ve 1959’da Isparta’da Üstad’ı ziyaret eder, hayır dualarını alır. 1961’de Sivas’ta askerliğini yapmakta iken, bir gün ziyaretine Av. Bekir Berk gelir. Ve kendisine: “Kardeşim ben henüz bu davalar için kendimi vakf-ı hayat etmedim. Ama bu mahkemeden sonra dünyevî davaları bırakıp, Allah lütfederse vaktimi sadece Risale-i Nur davalarına hasredeceğim. Sen de kendini ona göre hazırla, inşallah bu davaları beraber takip edelim” teklifinde bulunur. Gültekin Sarıgül hiç düşünmeden: “Evet! Ben de öyle düşünüyorum” der. Gültekin Sarıgül 1963 senesinde Bekir Berk ile beraber Burdur’da ilk defa bir Risale-i Nur davasına girer. Bu şekilde bu iki büyük avukat kendilerini nur davalarına adamışlardır. İki avukatın aralarında 11 sene yaş ve kıdem farkı vardır. Gültekin Sarıgül 1967’de yedi ay Van cezaevinde yatar. 1971’de de İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından tevkif edilir, bir sene ceza alır. 28 yıl boyunca 3 bine yakın davayı takip eder. Diğer efsanevi Avukat Bekir Berk, 1973’te Türkiye’den ayrılıp Cidde’ye yerleşince, davaların çoğu üzerine kalır. Ta ki 1991’de 163. madde kaldırılıncaya kadar… Gültekin Sarıgül hayattadır.

11-HÜSAMEDDİN AKMUMCU: 1923 İstanbul doğumludur fakat ceddi Isparta/Uluborluludur. Isparta’ya 1950’lili yılların sonlarında Risale-i Nur davalarına girmek için avukat olarak gelir. Vilayet olarak Kars ve Erzincan dışında bütün illerde 163. madde ile ilgili İslamî davalara girer, Müslümanlara, bilhassa Nur talebelerine sahip çıkar. Milletvekilliği de yapmıştır. 1960 Şubat ayında yine bir gün Isparta’da, vefatına bir ay kala Üstad hazretlerini ziyarete gider. Çıkışta polis Hüsameddin Akmumcu’yu karakola götürür. Bunu duyan Hz. Üstad bu talebesini kurtarmak için hemen avukatı olarak vekâletini verir. Hüsameddin Akmumcu Bediüzzaman hazretlerinin çok sevdiği Eğridirli Hakkı Tığlı’nın damadıdır. 15 Nisan 2011 tarihinde Isparta’da vefat etmiştir.

12-NECDET DOĞANATA: Necdet Doğanata 1933 Düzce doğumludur. 1958’den 1965’e kadar İzmir’de sekiz yıl avukatlık yaptı. Avukat Necdet Doğanata başta Ahmed Feyzi Kul olmak üzere, çok sayıdaki Risale-i Nur talebelerinin davalarına girmiştir. Vefatına yakın Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin vekâletini de almıştır. Bu vekâlet alma işi; Said Nursi hazretlerinin 1 Ocak 1960 tarihinde İstanbul ziyareti sırasında Necdet Doğanata’nın gazetelerde fotoğrafı çıkınca, Hz. Üstad tarafından bu sevgili talebesini müşfik kolları altına almak, korumak maksadıyla verilmiştir. Necdet Doğanata 27 Ekim 2012 tarihinde vefat etti.

13-SUUDİ REŞAT SARUHAN: 1926 Rize doğumludur. Hâkimlik, Savcılık yapmıştır. Emekli olduktan sonra avukat olarak çok sayıda Risale-i Nur davalarına girmiştir. Milletvekilliği de yapmıştır. 8 Eylül 1999 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

14-İBRAHİM HİLMİ ÜNLÜ: 1942 Afyon/Bolvadin doğumludur. Bekir Berk’in teklifiyle ‘Hukuk’ mesleğini seçiyor ve daha talebeliğinden itibaren Bekir Berk’in beşer takatinin sınırlarını zorlayan iş yükünü paylaşıyor. Avukat İbrahim Ünlü, Bekir Berk’in 1973 yılının sonlarında avukatlığı bırakıp yurt dışına ayrılmasından sonra, O’nun yıllarca büro olarak kullandığı Kığılı Pasaj’daki bürosunu kullanmaya devam etti. Türkiye’nin hemen her tarafındaki nur davalarına gitti. 1991 senesinde 163. madde kaldırılıncaya kadar bu Risale-i Nur davalarına devam etti. İbrahim Ünlü hayattadır.

15- MUSTAFA TUNCEL: Safa Mürsel müstear ismiyle yazarlık da yapan Avukat Mustafa Tuncel 1949 Denizli/Tavas doğumludur. İstanbul’da Avukat İbrahim Ünlü ile birlikte görev taksimatı yaparak hizmet verdi. Çok sayıdaki Risale-i Nur talebelerinin davalarına girdi. Hayattadır.

16-REŞAT YAZAK: 1943 Adapazarı doğumludur. Uzun yıllardan beri İzmir’de avukatlık yapmaktadır. Daha çok İzmir ve Ege bölgesi Risale-i Nur davalarına girmiştir. Bilhassa 1973 yılında Bekir Berk’in yurt dışına hicret etmesinden sonra nur talebelerinin davalarına sahip çıkan avukatlardan olmuştur. Halen İzmir’de avukatlık yapmaktadır.

17- MUSTAFA ÖZERTAN: 1925 Bandırma doğumludur. İstanbul Hukuk’un ilk senesinde Nur talebeleriyle tanışır. Bandırma’da da evinde Nur dersleri yapılmaya başlar. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra evi aranır. Bu esnada kendisi İstanbul’da bulunmaktadır. ilk gemi ile Bandırma’ya döner ve tutuklanır. Bir müddet tutuklu kalıp beraat eder. Bursa, Ankara, Kastamonu, Gölcük gibi muhtelif şehirlerdeki Risale-i Nur davalarına da girer.
10 Ağustos 2013 tarihinde rahmet-i Rahman’a kavuşur.

Bu avukatların dışında daha başka avukatlar da Risale-i Nur davalarına girmiş ve Risale-i N uuru müdafaa etmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır: Ankara’da Mustafa Egemen ve Vecihi Işık, İzmir’de Ömer Lütfi Bozcalı, Adana’da Ali Haydar Aksay, Bandırmadan Mustafa Özertan, Yozgat’ta Ömer Akdoğan, Maraş’ta Mahmut Ramazanoğlu, İzmir’de Nadir Latif İslam.

SUUDİ ARABİSTAN, Türkiye’den mal almayacaklarına dair Tüccarlardan Taahhüt alıyor..

Suudi Arabistan 22-23 Eylül 2020 tarihlerinde büyük Tüccar ve Sanayacileri Ticaret Odalarında topladı. Şirket Yetkililerine;

1-Bu ay sonundan itibaren Türkiye ile hiçbir ticari münasebet ve muamelede bulunulmayacak,

2-Daha önce yapılmış anlaşmalar yıl sonuna kadar sonlandırılacak,

3-Bu hususların yerine getşirilmesi için her şirket taahhütname verecek,

4-Bu hususlara uymayan şirketler cezalandırılacak, hususları tebliğ edildi.

Yıllardır Türkiye ile çalışan, Türkiyede yatırımları olan, Suudi Arabistanda taahhüt almış ve iş yapmakta olan Türk şirketlerinin ortakları bu duruma itiraz ederek, bunun hem Ülkeye hem de şirketlere büyük zarar vereceğini söyledilerse de, Ekim sonu tarihi, ancak yılsonuna kadar uzatıldı.

Aslında bu konuda 2019 da Suudi Odalar Birliği (Council of Saudşi Chambers-CSC) Başkanı Sami bin Abdullah Al-Obaidi, odalara Türkiye ile ticaret yapmamalarını, Türkiye’de yatırım yapmamaları için ikazda bulunmuştu. Ancak bu seferki kadar bağlayıcılığı yoktu.

1-Bilindiği üzere; Türkiye’nin en büyük Otomobil Üretim firması TOYOTA-SA’daki Sabancı Holding’in hisselerin alan Suudi Abdul Latif Jameel-A.L.J Grup TOYOTA TÜRKİYE’nin tek sahibi oldu. Toyota’nın dünyadaki en büyük distribütörü konumunda olan Grup aynı zamanda Daihatsu ve Lexus markalarının da global olarak en büyük satıcılarından biri.

2-Aynı grubun, Türkiye’de kurduğu ALJ Finansal Hizmetler A.Ş. ve ALJ Finansman A.Ş. (ALJ Finans), Mayıs 2011 itibarıyla faal..

3- 2009 da NUROL Holdingin %51 hissesi olarak kurulan Savunma Şirketi FNSS, Suudi Arabistan Ordusunun önemli tedarikcilerinden biridir. Ayrıca; NUROL Holding, Riyad’da Suudi Devletine ait MUC Al-Kharj tesislerinde savunma sanayi üretimi yapıyor. 200 den fazla çalışanı olan bu tesiste Suudi Arabistan Kara KUvvetleri için M113 araç modernizasyonu proğramı devam ediyor.4- Kaşıkcı olayı sebebiyle Suudi-Türkiye siyasi ilişkileri gerilirken, NUROL Holding Suudilerin gözde Türk şirketi olarak devam etti. 2019 da Suudilerle RIXOS Turizm yatırımı için ALJ Group ile anlaşmalar yapıldı.

4- Kaşıkcı olayı sebebiyle Suudi-Türkiye siyasi ilişkileri gerilirken, NUROL Holding Suudilerin gözde Türk şirketi olarak devam etti. 2019 da Suudilerle RIXOS Turizm yatırımı için ALJ Group ile anlaşmalar yapıldı.
5-2015 Temmuzunda 2,3 milyar $ Mekke Metronun 2 hat ihalesini Ortak Girişim Grubu ile birlikte KOLİN İnşaat aldı.
6-Ekim/2016 da Suudi Enerji, Endüstri, ve Doğal Kaynaklar Bakanı Al-Fatih, ARAMCO’nun 18 Türk şirketi ile SAUDİ 2030 VİZYONU kapsamında Mutabakat zaptı imzaladı. ARAMCO CEO su Amin Nasser “Türk Şirketleri ile çalışmayı dört gözle beklediklerini” ifade etti. Bu mutabakat, Türk Firmalarına ARAMCO’nun çeşitli projelerinde ihaleye girme hakkı veriyordu. Türk Şirketleri:(TAV-ENKA-İLK-STFA-NUROL-FERNAS-YÜKSEL-KOLİN-YAPI MERKEZİ-DORCE-DOĞUŞ-ÜSTAY-TACA-ZAFER-METAĞ-GAP-AGE)
7- AL-BARAKA Suudlu Salih Kamil’e, TÜRKİYE FİNANS İSE Şeyh Abdullah Bahamdan’in sahibi olduğu Suudi Arabistan’ın en büyük bankası The National Commercial Bank’a (NCB) SATILDI.
8-Suudi Arabistanda 660 milyon $ yatırımı olan 203 Türk şirketi var.
9-Ticaret Bakanı PEKCAN’ın açıklamasına göre; 2019 da Türkiye’de 425 Suudi firması var. Iraklıların ise, 2.751, Suriyelilerin ise 15.159 firması var.
10- 20-22/Kasım/2019 da TURSAP EXPO 6.TÜRK-ARAP YAPI, İNŞAAT MALZEMELERİ FUARINA 500 arap yatırımcı katıldı.

Bunlar sadece benim hemen bulabildiklerim. Aslında Suudi Arabistan’ın birçok şehrinde daha birçok işşcilerimiz ve firmalarımız var. KAŞIKCI OLAYINI ellerine-yüzlerine bulaştırdıkları gibi, TÜRKLERE BOYKOT meselesinden nasıl sıyrılacaklar bakalım..
S.ARABİSTANDA BİR ALIŞKANLIK VAR: Bir Suudi şirketi bir ihaleye teklif verdiği zaman, sanki o ihaleyi almış gibi hemen mobilyaları değiştirir, yeni malzemeler alır. İhaleyi alamasa bile yaptığı harcamaya pek acımaz. Buna ben Suudi Arabistanda bulunduğum uzun seneler hep şahit oldum.
Hayırlısı OLsun…

Saudi Arabia pressuring local businesses not to trade with Turkey

Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu sevgisi..

TİME DERGİSİ :

https://tr.euronews.com/2020/09/04/time-erdogan-n-osmanl-imparatorlugu-sevgisi-dunyay-kayg-land-rmal-

Time dergisinde yayımlanan “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu sevgisi neden dünyayı kaygılandırmalı” başlıklı yazıda son dönemde Türkiye’nin attığı adımlara dikkat çekildi.

Yale Üniversitesi’nden Tarih Bölümü Başkanı ve Profesör Alan Mikhail, dergide yayımlanan yazısında, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, Karadeniz ve Akdeniz’de doğal gaz sahalarının keşfedilmesi, İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında yapılan anlaşma sonrası Filistinlilere destek mesajı ve Ankara’da Hamas heyetinin karşılanması gibi adımlarla Erdoğan’ın “İslamcı güç vizyonunu” dünyaya gösterdiğini belirtiyor.

Makalede sosyal medya özgürlüklerinin kısıtlanması, 2011 İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmenin tartışılması gibi konular ‘demokratik halkları endişelendirecek’ başlıklar olarak gösteriliyor.

“Aldığı örnek Yavuz Sultan Selim”

Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu “diriltme” konusunda çok şey yazılıp çizildiği belirtilen yazıda, Cumhurbaşkanının kendisine Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim‘i örnek aldığı ileri sürülüyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş sınırlara kavuşmasını sağlayan I. Selim, imparatorluğu “güçlü bir bölgesel güçten devasa bir küresel imparatorluğa” dönüştüren isim olarak görülüyor.

Yazıda 5 asır önce yaşamış bu padişahın, Washington’dan Pekin’e, yabancı ve yerli rakipleri yenmesi için ve küresel bir güç haline gelmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir şablon sunduğu ifade ediliyor.

Time‘daki yazıda “Erdoğan’ın Türkiye’deki laik kesime karşı Osmanlı’nın kültürel ve siyasi gücünü kaynak alıp bunu İslam’ı savunmakta kullandığını” belirtiliyor.

Erdoğan’ın Selim’in Türk siyasi gücü vizyonunu benimsemesine karşı dikkatli olunmasını gerektiğinin altını çizen yazar, I. Selim’in “bölgesel savaşlara, dini azınlıkların ortadan kaldırılmasına ve küresel ekonomik kaynakların tekelleşmesine yol açan güçlü adam siyasetinin tarihsel bir örneğini temsil ettiğini” ifade ediyor.

Karadeniz’de Doğalgaz bulundu..

Yazara göre, ülke sınırları çevresindeki doğal gaz rezervlerini tekeline alma girişimlerinin yanı sıra Erdoğan’ın Libya, Yemen ve Suriye’deki askeri girişimleri de Yavuz örneğinden esinlenerek atılmış adımlar.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın