Ayasofya’nın kararnamesi Danıştay Denetiminde…

Ayasofya hakkında bazı bilgiler:

1923’te cumhuriyetin ilanından sonra cami olarak kullanılmaya devam etse de, Ayasofya 1931’de kapatıldı.
1931’de Amerika Bizans Enstitüsü’nün kurucusu Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore, Ayasofya’daki mozaiklerin tekrar ortaya çıkarılması için Türkiye’deki yeni yönetimden izin istedi.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği izin sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürdü ve 1947’de tamamlandı.
Çalışmalara başladıktan bir süre sonra, okapatılmış olan Ayasofya’nın, 24 Kasım 1934’teki Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak yeniden açılmasına karar verildi.
Ayasofya Müzesi, 1 Şubat 1935’te müze olarak ziyaretçilere açıldı. 1996’da Dünya Anıtları İzleme listesine alınan Ayasofya’nın kubbesi ve minareleri, Dünya Anıtları Fonu’nun da desteğiyle 1997-2002 arasında restore edildi.
Müze aynı zamanda UNESO Dünya Mirası listesine alındı.
Zaman zaman farklı bölümlerde yeniden başlayan restorasyon çalışmaları, günümüzde de devam ediyor.
Türkiye’nin her yıl en fazla ziyaret edilen tarihi yapılarından Ayasofya, 2015’te 3 milyon 425 bin ziyaretçiyle Türkiye’nin en fazla ziyaret edilen müzesi oldu. 2017’de bu sayı 1 milyon 892 bine düştü. 2019 da 3 milyona yükseldi.

Müze olan Ayasofya’da;

1) 5 Temmuz 1967’de İstanbul’u ziyaret eden Katolik Hristiyanların lideri Papa 6. Paul, Ayasofya’ya da giderek dua etti.
2) Bunun üzerine bir gün sonra, Milli Türk Talebe Birliği yöneticileri de tepki olarak Ayasofya Müzesi’nde namaz kıldı. Bu olay üzerine Ayasofya’nın st7atüsüyle ilgili ilk ciddi tartışmalar yaşandı .
3-1991’de, 1. Mahmut döneminde Ayasofya’nın ana binasının dışında, padişahların dinlenmesi, abdest alması için yapılmış olan Hünkar Kasrı ibadete açıldı. Buraya Ekim 2016’da bir imam da atandı. Hünkar Kasrı’nda bayram namazı ve günde beş vakit namaz kılınıyor, ezan okunuyor.
4-Kasım 2014’te Papa Francis, İstanbul ziyareti sırasında Ayasofya’yı da gezdi, müze müdüründen restorasyon çalışmalarıyla ilgili bilgi aldı ve Dua etti.
5-2006’da Hristiyan ve Müslüman müze çalışanları için bir ibadet odası açıldı.
6- 13 Mayıs 2017’de, Anadolu Gençlik Derneği’nin organize ettiği bir grup, Ayasofya’nın önünde sabah namazı kıldı.
7- 21 Haziran 2017’de de Diyanet İşleri Başkanlığı, Ayasofya’da Kadir Gecesi programı düzenledi. Program, devlet kanalı TRT’de canlı yayınlandı.
8- Son olarak Mart 2018’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ayasofya Müzesi’nde düzenlenen Yeditepe Bienali’nin açılış töreninde yaptığı konuşma öncesinde de Kuran okundu.Son etkinlikler Ortodoks dünyada tepkiyle karşılandı.

AYASOFYA

CAMİ’ye dönüşmesindeki için yapılan hukuki çalışmalar:
A)2005’te, Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay’da dava açtı. Danıştay bu istemi reddeti.
B)Ekim 2018’de Anayasa Mahkemesi bu derneğin talebini reddetti.
C)Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği, Ayasofya’nın ibadete açılması için 2016 da Danıştay’a yeniden talepte bulundu. Duruşma 2 Temmuz’da yapılacak
D)İYİ Parti TBMM ne araştırma önergesi verdi. AK Parti, “araştırmaya zaman kalmadı, Danıştay 2 Temmuzda karar verecek, karara göre gerekli işlemler yapılacak” diyerek ret oyu verdi.

Doç. Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu, Ayasofya’nın müze statüsünün kaldırılarak ibadete açılmasının idarenin takdir yetkisinde olduğunu söyledi: “Ayasofya, 24 Kasım 1934’te Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştür. İdari bir tasarruf her zaman da geri alınabilir. Bir idari işlemin ‘yetki, sebep, şekil, konu ve maksat’ olarak bir hukuka aykırılığı varsa iptali istenebilir. Açılan bu davada ret kararı verilmesi beklenir. Bu işlem, sebep, şekil, konu ve maksat açısından hatalı değildir. Hukuka uygundur. İdarenin takdir yetkisi kapsamında Ayasofya müze olarak kullanılabilir, cami olarak da ibadete açıl. abilir.”

Hukuki olarak incelendlğinde, Anayasa’nın 125/4 ve 125/5 Md. Göre; “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.
İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.”

Anayasa’nın Danıştay ile ilgili 155. Maddesi şöyledir: “Danıştay, idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.
Danıştay; davaları görmek, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek, idari uyuşmazlıkları çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.”

Anayasa’nın 125/4 maddesi gereğince Yargı idari işlemlerin sadece hukuka uygunluğunu denetler, yerindelik denetimi yapamaz. Bu durumda Danıştay Ayasofya kararnamesinin hukuka uygun olup olmadığına bakacak, Fatih Sultan Mehmet’in vakıf senedindeki duruma uygunluğunu araştıramayacaktır.

Bakanlar Kurulu kararı yani yürütmenin kararı ile müze yapılmış olduğundan şu andaki Anayasada: “Madde 104 – Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.” dendiğine göre; cami yapılması için Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yeterli olacaktır.

Tabii burada Cumhurbaşkanımızın uluslararası siyaset bakımdan büyük bir yükü üstlenmiş olacağı da bir gerçektir.

Eğer, söylenildiği gibi, “Lozan’nın gizli maddeleri” varsa ve Ayasofya bunun içinde ise, bu kararnameyi çıkarmak ta oldukça zordur.

Ama, bugüne kadar olamayacakları dünya siyasetinde olur yapan Sayın Erdoğan’nın zekası, buna da bir çözüm bulur zannediyorum.

Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “One Minute” çıkışı hafızalardan daha silinmedi. 29 Ocak 2009 tarihi Davos’un 48 yıllık tarihine kazındı.

ABD bin S400 ‘lerle ilgili çıkışları Cumhurbaşkanımız tarafından aynı sertlikle cevaplandı ve hava savunma sistemimiz kazandı.
….

Kastamonu Lisesi Hatıralarım..

Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesinin eski bina ile sonradan yapılmış olan yeni binası

1956 yılında Kastamonu Lisesine kaydoldum. Yatılı olarak okuyordum. Okulun içinde bulunan yatakhanelerde kalıyor, yemekhanede yemeğimizi yiyor, okulun sınıflarında da nöbetçi öğretmenin gözetiminde etüt dediğimiz zaman içinde de derslerimizi çalışıyorduk. Okulun bahçesinde devamlı basket ve voleybol müsabakaları yapıyorduk. Ben çiğerlerimden hasta olduğum ve doktorlar müsaade etmediği için bu müsabakalara giremediğim gibi, okulun Beden Eğitimi derslerine de iştirak edemiyordum. Bu müsabakalardan hatırımda kalan, ilerde bütün Türkiye’nin iyi bir spiker olarak tanıyacağı Rahmetli Tuna Huş’un en iyi basket oynayan arkadaşımız olduğu idi.

LİSEDE BOYKOT

Kastamonu Lisesinde, Coğrafya öğretmenimizin Fen sınıflarına lüzumsuz bir sürü rakamları ezberleme mecburiyeti koymasına karşı çıktık. Fen derslerimizin çok ağır olduğunu, Üniversite imtihanları için Coğrafya kitabındaki ülkelerin hayvan miktarları, yetiştirdiği ürünlerin ihraç miktarları gibi bilgilerin faydalı olmayacağı gibi mülahazalar öğretmenimizi ikna etmedi. “Bunları ezberlemeyenleri mezun etmem” diye tutturdu.  Müdürümüz Sabri Bey de kendisini ikna edemedi. Bunun üzerine “bu dersi boykot edelim” fikrimiz arkadaşlarca da uygun görüldü. Sınıf Temsilcisi haricindeki bütün sınıf Coğrafya dersine girmemeye başladık. İlk derste öğretmen sınıfa geliyor. Temsilci kendisini kapıda karşılayıp, kapıyı açıyor. Öğrencileri sınıfta sanan Coğrafya öğretmenimiz tabii olarak “Günaydın arkadaşlar” diyor ama. İçerde kimse yok.. Temsilci arkadaşların Üniversite için çalışmak üzere kütüphanede olduklarını söylüyor. Öğretmen kızarak doğru Müdürün odasına gidiyor.Müdürümüz Sabri Bey, “Ben çocuklarla konuşurum, birdahaki derse gelirler” diyerek öğretmeni gönderiyor. İkinci derste de kimse olmayınca, bütün arkadaşlar disiplin Kuruluna verildi. Hepsine birden ceza vermek mahzur doğuracağından elebaşları olarak tespit ettikleri Haklılığımızı bilen Müdürümüz ve diğer öğretmenler bana ve diğer bir arkadaşımızı ceza vererek, okuldan atılmamıza engel oldular.                               

KASTAMONU LİSESİ 6 FEN ÖĞRENCİLERİ TARİH ÖĞRETMENİ İHSAN KURT İLE..

Ayaktakiler (Soldan) Hükmü,  ,  ,. , Emin,Mahmut,Türker,Metin,Tuna, Nuri,Metin, Öğretmen İhsan Kurt, Tuna Huş, ,., Turan Yıldırım, İhsan Biçer, Muzaffer Deligöz

Oturanlar (Soldan): Sabahattin Duman, Ünal Balkan,Şenel, İlhan, Hasan Aytaç, Osman Kara

1959-1960 YILLARI:

1959 -1960 öğretim yılı Fen Bölümü öğrencisi olarak Coğrafya dersinden kalmış biri olarak boşta gezmek bana zor geldi. O sırada Babam Sinop-Erfelek Kaymakam vekili olarak görev yapıyordu., O sırada Sinop Valisi olan Hayrettin Nakipoğlu’na durumu anlatınca, beni Erfelek (Karasu) nun Salavat Köyüne Vekil öğretmen olarak tayin ettiler. Hayrettin Nakipoğlu daha sonraki yıllarda AP nin  İçişleri Bakanı olarak da görev yapan değerli bir idareci idi.

Yarı dönem sonra Erfelek İlçe Merkez okulundaki yaşlı bir öğretmenin emekli olması üzerine, ben daha önceki yıllarda ilkokulu okuduğum bu okula öğretmen vekili olarak tayin edildim. O sırada Öğretmen Lisesi mezunları yeterli miktarda olmadığından Lise mezunlarından Vekil öğretmen atanabiliyordu. Ancak burada garip bir durum vardı. Ben vekil olduğum halde, okulun bütün öğretmenlerinden daha fazla maaş alıyordum. Bunun sebebi; vekil öğretmene, vekalet ettiği kadronun 2/3 maaşı veriliyordu. Benim vekalet ettiğim, ilkokulu okurken benim de öğretmenin olan Tevfik Bey 30 yılı aşkın eğitmenlik ve öğretmenlik yaptığından çok yüksek kadrolu ve  maaşı en yüksek derecede idi. Dolayısıyla ben onun maaşının 2/3 ni alınca, okulun en yüksek maaş alan öğretmeni oluyordum.

Artık öğretmenliğe alışmıştım. Hukuk Fakültesine girdiğim ilk senede de,  Ankara’da sosyete çocuklarının devam ettiği ve Milli Piyangonun çekilişinin yapıldığı okul olan, Sarar İlkokulunda ve Namık Kemal İlkokulunda da vekil öğretmenlik yaparak okul harçlığımı çıkardım

 1959 Haziran imtihanında da, Eylülde de Coğrafya’dan geçer not alamadık ve bir yıl beklemek zorunda kaldık. 1960 Haziranında imtihanlarına kayıt için okula gittiğimizde Müdürümüz Sabri Bey “Bu kadın sizi bu okuldan mezun etmez. Siz başka bir okula kaydınızı aldırın” diye yol gösterdi.  Ben  1960 Haziran imtihanına Sinop Lisesinde girdim ve mezun oldum. 

Kastamonu Lisesi 6/Fen birarada: Ayaktakiler: (Soldan) Yetiş Çelem (Ayancık), Armağan Etemoğlu, Hasan Aytaç (Amasya-Taşova), M.Emin Paskaloğlu (Kastamonu), Hatipoğlu Ramazan Çelik (Konya), Hüseyin Ertekin (Afşin), Osman Kara (Ulus), Turan Yıldırım (Araç), Zeki İyigüngör (Kastamonu), Muzaffer Deligöz (Araç) Oturanlar (Soldan) Metin Ünal (Kastamonu), Metin Arı (Beypazarı), Süreyya Musluoğlu (Ankara), Necla Kasımoğlu (Erzurum), Günnur Sağlam (Kastamonu), Ulunay Tibet (Kastamonu), Hasan Akoğlu (Kastamonu)

YATILI OKUMAK

Yatılı okuyanlar bilir, hayatının baharında ailesinden uzak olarak yaşayan genç insanlar, ailelerin hasretini, okulda can-ciğer oldukları arkadaşlarıyla giderirler. Onlar okul arkadaşıdır, sır arkadaşıdır, yaramazlıkların, neşelerin, üzüntülerin arkadaşlarıdır. Bu arkadaşlar insanın hayatı boyunca unutamadığı kişiler olarak hayatınızın bir parçası olurlar.

KASTAMONU LİSESİ 6 FEN ÖĞRENCİLERİ DERSTE-1959 

Ben sağdan ikinci sırada ortada oturuyorum. sağ taraftaki Ayancık’lı Yetiş Çelem,

EKREM KÖKER

Benim de Kastamonu Lisesinde en iyi ve can arkadaşım, benim gibi yatılı olarak 6 Edebiyat bölümünde okuyan Tosya’lı Ekrem Köker idi. Ekrem, candan bir arkadaş, iyi bir dosttu. Daima iyiliği düşünür, kötülüklerle işi olmazdı. Sonradan öğrendiğime göre babası Rahmetli Zühtü Köker, Bediüzzaman Hz. nin talebelerindendi. Ekrem de, babasından Risale-i Nur terbiyesi almış, Lisede iken dahi namazını kılan, etrafına güzellikler dağıtan bir kişiliğe sahipti. Ekrem ile benim arkadaş olmam herhalde (=muhakkak manasına) benim hayatımın en büyük şansı idi.

 ADINI BİLE DUYMADIĞIM BİR KİŞİYİ İKİ DEFA RÜYAMDA GÖRÜYORUM

Kastamonu Lisesinde okurken benim din ile ilgili temel kaynaklardan alınmış bir bilgim yoktu. O dönemde okullarda dinle ilgili bilgi ve ders de verilmediğinden, ben ancak annemin bana öğrettiği kadar bir bilgiye sahip olan Müslüman olarak yaşıyordum. Bunun büyük kısmı da çocukluk çağında verilmiş, hikayemsi bilgilerdi. Ben İslamla ilgili ilk ciddi bilgileri Ekrem’den duymaya başladım. Zira O, mantıklı ve müsbet ilimlere dayalı bilgilerle bana İslamı anlatıyordu.

Tarihini tam hatırlayamıyorum ama 1957 veya 58 yılları içinde Lise’de idik ki, bir rüya gördüm. Bir çölde giderken, uzakta bir kişinin beline kadar kuma gömülü olduğunu ve  eliyle bana “gel, gel” diye işaret ederek çağırdığını görüyorum. Yanımdakilere sarıklı olan bu kişinin kim olduğunu soruyorum. Bana “Bediüzzaman” diyorlar ve uyanıyorum. Bu rüyayı aynen ikinci bir defa daha gördüm. Bu sefer Ekrem’e rüyamı anlatarak Bediüzzamanın kim olduğunu sordum.

Bediüzzaman Said Nursi

Ekrem Bana Bediüzzaman’ı anlattı ve “Küçük Tarihçe” isimli bir kitapcık vererek bunu okursam Bediüzzaman’ı daha iyi tanıyacağımı söyledi. Ben kitabı aldım ama okuyamadım. Niçin okuyamadığımı da şimdi hatırlamıyorum. Bir ara kitabı Ekrem’e geri vermek istedim. Okuyup okumadığımı sordu. “Biraz okudum” dedim. “Anmlat bakalım” deyince, “Ekrem, ben bu kitaba şöyle bir baktım. Tam okumadım. Ver de şimdi okuyayım” diyerek kitabı aldım ve okudum.

Bu hadiseden sonra artık ben de Risale-i Nur kitapcıklarını öğretmenlerden ve arkadaşlarımdan gizli olarak okumaya başladım. Görülmesi halinde başımıza büyük işler açılacağını biliyorduk. Kısacası artık ben de “ NURCU” olmuştum.

Gördüğüm rüyayı ve Risaleleri okumaya başlamamı ben hep Ekrem’in benim için yaptığı dualara vermişimdir.

  BEDİÜZZAMAN’IN KİTAPLARINI OKUMAYA BAŞLIYORUZ.

Risale-i Nurları okudukça, daha çok okuma iştiyaki doğuyordu. Ekrem ile biz artık tatil günleri Kastamonu’daki Nurcuları ziyarete ve onların yaptıkları Risale-i Nur derslerini takibe başladık. Bu arada Ekrem beni Bediüzzaman Hz. nin yakın talebelerinden olup, Kastamonu’da bulunan Mehmet Feyzi Efendi ile de tanıştırdı.

  LİSEDE MESCİT AÇIYORUZ

Lise dışındaki bu çalışmalarımızın etkileri Lise içinde de görülmeye başladı. Ben namaza başlamıştım. Namaz kılan bizden başka arkadaşlarımız da vardı. Sonradan arkadaşlığımız İstanbul’da devam eden Rahmetli Av. M.Emin Paskaloğlu onlardan biri idi. Paskaloğlu Kastamonu’nun yerlisi idi.

Risale-i Nur gibi İslamı temelinden,  yani imani bilgilerinden öğreten bir eserden istifade etmeye başlayınca, derslerimizin arasında zaman zaman ortaya çıkan İslami konularda görüşlerimizi ortaya koymaya başladık. Bu öğretmenlerin de dikkatini çekiyordu. Bazı öğretmenlerle sınıfta uzun münakaşalara da girdiğimiz oluyordu. Özellikle Tarih öğretmenimiz Muhlis Bey iyi bir İslam düşmanı olarak öğrencilerin beyinlerini; materyalizme, din aleyhine çekmeye kalkışınca karşısında bizi buluyor ve nerede ise ders sonuna kadar süren münakaşalar başlıyordu. Muhlis Bey bizim İslam konusundaki bu bilgileri nasıl edindiğimizi merak ediyor, gereken araştırmaları da yapıyordu.

Fikirle netice alamayacağını anlayan Muhlis Bey, ramazan günü sınıfta sıgarasını yakıyor, fiili ile de İslama karşı olduğunu göstermeye çalışıyordu. Biz, bir öğretmenin ders sırasında sıgara içmesinin yanlışlığı yanında, oruç tutan bize karşı hürmet göstermesi gerektiğini mantıki karşılıklarla söylüyor ve arkadaşlarımızı uyarmaya çalışıyorduk.

Ramazan sebebiyle namazlarımızı toplu olarak kılacak bir yerimiz olmadığını sebep göstererek İdareden bize mescit açmasını talep ettik. Müdürümüz Sabri Alagür (Hayatta ise Allah sağlıklı ömür versin, öldü ise rahmetini esirgemesin) dindarları seven bir kişi idi. Önce biraz çekindi ise de, israrımıza dayanamayarak Spor salonunun üst katındaki soyunma odalarından birini bize mescit olarak tahsis etti. Biz artık namazlarımızı gözlerden uzakta rahatca kılıyor, risaleleri okuyorduk.

Ancak, Muhlis Beyin takibi netice verdi ve bir gün Polis gelerek bizdeki Risale-i Nur’lara el koydu. Ekrem’in isteği üzerine, ifademizde risalelerin Ekremin babasına ait olduğunu, bizim merak saikası ile incelemek için aldığımızı söyledik. Polis için önemli olan bir suçlu bulmak olduğundan, Ekrem’in babası Zühtü Amca mahkemeye verildi. Önce tevkif ederek hapse atıldı ise de daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığının müsbet raporları üzerine beraat ederek hapishaneden çıktı.

ANKETE VERİLEN CEVAP

Kastamonu Lisesinde okurken, Lise son sınıf öğrencilerinden iki kişinin cevaplaması için Ankara’dan bir anket gönderilmiş. Müdür Bey de cevap verecek öğrencilerden biri olarak beni seçmiş. Ankette; ailemiz, okulumuz ve kendimizle ilgili birçok soru vardı. Verdiğim cevaplardan önemli olanı “Hayatınıza tesir eden en önemli kişi kim oldu? Niçin ? “ sorusuydu.

Ben en uzun cevabı bu soru için yazdım. Hayatıma tesir eden ve yön veren önce Araç Ortaokulunda Müdürüm Hulusi Güven, sonra Bediüzzaman Said Nursi olmuştur.“ diye başlayan ve 2 sayfayı bulan cevapta yazdıklarımı tahmin edersiniz sanırım. Yazı Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman’ı anlatan  yeni bir Nur Talebesinin hissiyatının yanında, Üstadın birçok vecizesini de taşıyordu.

Anketi, Müdürümüz Sabri Alagür’e götürdüğümde, dikkat ve hayretle okudu. Arada bir beni süzüyor, zannederim bazı yerleri ikinci defa okuyordu.

Sabri Bey Edebiyat Öğretmeni idi. Uzun boyu ve iri  vücudundan daha çok, dalgalı saçları ilk bakanın dikkatini çekerdi. Dindar ve Milliyetçi olduğunu herkes bilirdi.  O,  bu konularda tavrını belli eden hareket ve konuşmalarda bulunmazdı.

Yazımı okuyup, bitirdikten sonra, “Edebiyat dersinde iyi olduğunu biliyordum da, bu kadar Osmanlıca kelime ve dini istılahları bildiğini tahmin etmezdim “ dedi ve gidebileceğimi söyledi. Ne yazık ki o yazının bir suretini almayı akıl edemedim.

Müdürümüzün bu ankete verdiğim cevapları Bakanlığa gönderip,  göndermediğini de bilmiyorum. Fakat, ben ceberut ve zalim idarecilerin bulunduğu o tarihlerde,  hiçbir menfaat ve takdir sağlamak için değil, tam bir ihlas ve samimiyetle yazdım.  Hatta ceza bile alabilirdim. Gayemin; İnandığım doğruları duyurmak ve bana menfaat sağlayacak ve takdir vereceğine inandığım Cenab-ı Hak’kın rızasını kazanmak olduğunu biliyordum…Onun için yaptım..

LİSEDEN MEZUNİYET

Kastamonu Lisesinde, Coğrafya öğretmenimizin Fen sınıflarına rakamları ezberleme mecburiyeti koymasına karşı çıktık. Fen derslerimizin çok ağır olduğunu, Üniversite imtihanları için Coğrafya kitabındaki ülkelerin hayvan miktarları, ihraç miktarları gibi bilgilerin faydalı olmayacağı gibi mülahazalar öğretmenimizi ikna etmedi. “Bunları ezberlemeyenleri mezun etmem” diye tutturdu.  Müdürümüz Sabri Bey de kendisini ikna edemedi. Bunun üzerine “bu dersi boykot edelim” fikrimiz arkadaşlarca da uygun görüldü.

Sınıf Temsilcisi haricindeki bütün sınıf, Coğrafya dersine girmemeye karar verdik. İlk derste öğretmen sınıfa geliyor, temsilci kendisini kapıda karşılayıp, kapıyı açıyor ama kimse yok.. Temsilci, arkadaşların çalışmak üzere kütüphanede olduklarını söylüyor. Öğretmen kızarak Müdürün odasına gidiyor. Müdürümüz Sabri Bey, “Ben çocuklarla konuşurum, birdahaki derse gelirler” diyerek öğretmeni gönderiyor. İkinci derste de kimse olmayınca, bütün arkadaşlar disiplin Kuruluna verildi. Elebaşları olarak tespit ettiklerine ceza vermeye karar alıyorlar. Haklılığımızı bilen Müdürümüz ve disiplin kurulu Bana ve diğer bir arkadaşımıza az bir ceza vererek, okuldan atılmamıza engel oldular. 

1959 Haziran imtihanında da, Eylülde de Coğrafya’dan geçer not alamadık ve bir yıl beklemek zorunda kaldık.

1959 -1960 öğretim yılı Fen Bölümü öğrencisi olarak Coğrafya dersinden kalmış biri olarak boşta gezmek zor geldi. O sırada Babam Sinop-Erfelek Kaymakan vekili Olarak görev yapıyordu. Babam, Sinop Valisi olan Hayrettin Nakipoğlu’na durumu anlatınca beni Erfelek (Karasu) nun Salavat Köyüne Vekil öğretmen olarak tayin ettiler. Hayrettin Nakipoğlu daha sonraki yıllarda AP nin İçişleri Bakanı olarak da görev yapan değerli bir idareci idi

SALAVAT KÖYÜ OKULUNDAKİ  ÖĞRENCİLERİM. 2/12/1959

Yarı dönem sonra Erfelek İlçe Merkez okulundaki yaşlı bir öğretmenin emekli olması üzerine, ben daha önceki yıllarda ilkokulu okuduğum bu okula öğretmen vekili olarak tayin edildim. O sırada Öğretmen Lisesi mezunları yeterli miktarda olmadığından Lise mezunlarından Vekil öğretmen atanabiliyordu. Ancak burada garip bir durum vardı. Ben vekil olduğum halde, okulun bütün öğretmenlerinden daha fazla maaş alıyordum. Bunun sebebi; vekil öğretmen, vekalet ettiği kadronun 2/3 maaşını alıyordu. Benim vekalet ettiğim, ilkokulu okurken benim de öğretmenin olan Tevfik Bey, 30 yılı aşkın eğitmenlik ve öğretmenlik yaptığından çok yüksek kadrolu ve  maaşı en yüksek derecede idi. Dolayısıyla ben onun maaşının 2/3 ni alınca, okulun en yüksek maaş alan öğretmeni oluyordum.

1959 ERFELEK (KARASU)  İLKOKULUNDA ÖĞRETMEN VEKİLLİĞİ YAPARKEN BİR BAYRAMDA KONUŞMA YAPIYORUM

Hukuk Fakültesine girdiğim ilk sene,  Ankara’da sosyetesinin çocuklarının devam ettiği ve Milli Piyangonun çekilişinin yapıldığı okul olan “Sarar İlkokulu”nda ve daha sonra “Namık Kemal İlkokulu”nda da vekil öğretmenlik yaparak, okul harçlığımı çıkardım.

Ayasofya’nın Müze Yapılması

Ayasofya konusundaki belgeleri araştırırken, www.belgelerlegercektarih.com sitesinde konunun bütün yönleriyle ele alındığını gördüm. Bu kadar geniş bir incelemeden sonra kendimin yazmasını lüzumsuz addettiğinden bu yazıyı sizlere sunuyorum. Muzaffer Deligöz

Hazırlayan: Kadir Çandarlıoğlu

ayasofya camii
AYASOFYA

Özellikle son yıllarda Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır. Milliyetçi ve muhafazakar kesimden bazılarına göre Ayasofya Camii’ni müzeye çeviren kararname ve kararnamede bulunan M. Kemal’in imzası sahtedir. Buna göre “Ayasofya Camii’ni M. Kemal müzeye çevirtmemiştir ve zaten sözü edilen kararname hukuki dayanaktan yoksundur, dolayısıyla tekrar ibadete açılmasının önünde hiçbir engel yoktur” denilmektedir.

Ayasofya Camii’nin M. Kemal’in bilgisi dahilinde müzeye çevrildiğini delillendirmeye ve karşı tarafın iddialarını da ilmi cevaplarla çürütmeye çalışacağız.

Ayasofya Camii’nin M. Kemal döneminde Müze’ye çevrildiğine dair birkaç delil

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden Arkeolog Melek Yıldızturan’ın bu konu hakkında yazdıkları şöyle:

“Her fırsatta tarihi yerleri ve müzeleri ziyaret eden Atatürk, 1929 yılında Sultan Ahmet Camii’nin restorasyonunu inceler ve onarımın çabuklaştırılmasını ister. Bu sırada Ayasofya’nın harap halini görür. Avlusu parsellenmiş kahvehane olarak işletilmekte, çatısında güvercinler uçuşmaktadır. Binayı Maarif Vekaleti’ne bağlayarak müze olmasını sağlar ve “…Ehli salip artıklarının her devirde tamahın çeken Ayasofya’yı müze yapıp ilim alemine hediye ediyoruz…” der. 324-327 yılları arasında yapılan Ayasofya 911 yıl kilise 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1934 yılından bu yana en çok ziyaretçisi olan müzelerden biri olarak hizmet vermektedir.”[1]

Başka bir kaynakta ise şu bilgilere rastlıyoruz:

“Mustafa Kemal Atatürk, Istanbul’da yeterince cami bulunduğunu, Bizans mimarisinin bir soy yapıtı olan Ayasofya’nın müzeye çevrilebileceğini düşünmektedir. Washington Bizans Bilimleri Enstitüsü’nü, bu olması gerekli çalışmaları yapmaya teşvik etmektedir. Mr. Whittemore ve iki Italyan mozaikcisi çalışmaya koyulmuşlardır. Bizans’ın fethinden 470 yıl sonra, kapıların altın tabloları, tapınağın içi temizlenmiş bulunmaktadır. Mozaikler eski görkemleri içinde ortaya çıkmışlardır.”[2]

Sabine Schlüter’in bu konudaki görüşü şöyledir: “Ayasofya 1400 yıllık ‘mabed’ statüsünden çıkarılarak dini kullanım sona erdirilmiştir.”[3]

m. kemal atatürk ayasofya cami ayasofyayi atatürk mü kapatti, ayasofyayi atatürk mü ibadete kapatti, ayasofyayi atatürkmü müze yapti, ayasofya cumhuriyet gazetesi

[4] no’lu dipnot ile ilgili… 21 Ekim 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi…

***

1935’te yani M. Kemal daha hayatta iken, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir haberde, Brüksel’de çıkan “Byzantion” adlı bir derginin 382’nci sayfasında Ayasofya’dan bahsedildiği belirtilmektedir.

Cumhuriyet gazetesi bu makaleyi okurlarına şöyle tanıtıyor: “Ayasofya müzesi için yazılan bu yazıda Ayasofya Camii’nin müze haline konduğundan bahsedilmekte ve Türkiye Cumhuriyetinin bu hareketiyle medeniyetseverliğini bir daha bütün dünyaya gösterdiği ilave olunarak Türklerin bu hareketi medeniyet adına takdir edilmektedir.”[4] Cumhuriyet gazetesi o dönem devletin resmi yayın organıydı.

Aslında Cumhuriyet gazetesinde Ayasofya’nın Cami olmaktan çıkarılıp müze yapılacağına dair haberler çok daha evvel neşredilmişti.

Mesela 14 Kasım 1932 tarihli nüshasında gazetenin başyazarı ve M. Kemal’in kalemşörü Yunus Nadi’nin “Ayasofya’nın Mozayıkları: ilme Hürmet Lâzımdır!” başlıklı yazısında Ayasofya’nın Cami olmaktan çıkarılıp müzeye çevrileceğinin işaretleri veriliyordu:

“Biz Ayasofya’nın yalnız mozayıklarını badanalamakla kalmamışız. Bu san’at abidesinin etrafını türbelerinden medreselerine varıncaya kadar o yüksek binayla münasebet almayacak bayağı ilâvelerle bozmuşuz. Dünyanın bu sayılı güzel eseri kadar fena şerait (şartlar) içinde bırakılmış bir san’at abidesine (Camii demiyor: Kadir Çandarlıoğlu) nadir tesadüf olunur. Amerikalı âlim mozayıkları temizlerken biz de etraftaki müzahrafatı ortadan kaldırarak insanlığa (müslümanlara değil: Kadir Çandarlıoğlu) olduğu kadar memleketimize de şeref olan bu çok yüksek medeniyet eserini Türk’lüğe de şeref verecek bir vaziyete ifrağ etmiş olalım. Bize düşen vazife budur, onun karşısında bize yakışabilecek fikir ve hareket budur. Artık Ayasofya dinî bir mabet olmaktan ziyade insanî ve tarihî bir abidedir.”[5]

ataturk-ayasofyayi-kapatti-mi-ayasofyayi-kim-kapatti-ayasofya-cami-ataturk-m-kemal-ayasofya-cami-ayasofyayi-kim-muze-yapti-yunus-nadi-cumhuriyet-gazetesi-ayasofya-mozayiklari

M. Kemal’in kalemşörü Yunus Nadi’nin 14 Kasım 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesinde neşredilen “Ayasofya’nın Mozayıkları: ilme Hürmet Lâzımdır!” başlıklı makalesi (en solda).

Ayrıca alt tarafta ortada “Ayasofya Mozayıkları” başlıklı başka bir yazı var…

***

9 Eylül 1934 tarihli nüshada ise verilen karar şu haberle açıklanmıştı:

“Ayasofya’nın tamamının Bizans eserlerine ve eski asara (eserlere) mahsus müze haline ve Sultanahmet camisinin de bir kütüphane haline ifrağı kararlaştırılmıştır.”[6]

Istanbul Müzeleri Müdüru Aziz Oğan’a bakılırsa, Istanbul’da ne kadar Bizans eseri varsa yeni müzenin içine yerleştirilecekti.[7] 21 Kasım günü duhuliyesi yani giriş ücreti 10 kuruş olarak tespit edilen[8] Ayasofya’nın müzeye tahvili 24 Kasım 1934 tarihinde imzalanan kararnameyle kesinleşti.[9] Birkaç ay sonra ise binanın içinde bulunan büyük hat levhaları yerlerinden sökülerek indirildi ve ortadan kaldırıldı.[10]

Esasen Ayasofya Camii’nin M. Kemal tarafından müzeye çevrildiği apaçık ortadadır. Ancak biz yine de delillerimizi zikretmeye devam edelim…

Gotthard Jaeschke, devrin Milli Eğitim Bakanı Ismail Arar’ın “önsöz” yazdığı “Yeni Türkiye’de İslamlık” isimli eserinde şunları yazar:

“15 Kasım 1935 tarih ve 2845 sayılı kanuna göre, sınıflandırma dışında kalan camiler, başka maksatlarda kullanılmak üzere kapatılıyordu. Böylece mesela Ayasofya, Hıristiyan mozaiklerinin meydana çıkarılmasından sonra 1 Şubat 1935’te müze haline getirildi.”[11]

Ilber Ortaylı ise Ayasofya ile ilgili yöneltilen bir suale şöyle cevap verir:

“Ayasofya’nın müze olmasında Atatürk’ün imzası taklit edildi diyenlerden ciddi bir kriminal rapor görmedim. 1934’te Atatürk’ün başkanlığında toplanan vekiller heyeti Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararı almıştır.”[12]

Malumunuz olduğu üzere “Ayın Tarihi” resmi bir yayındır. Üstelik 1930’larda, çok “koyu devletçi” devletin resmi yayını. Fotoğrafta da göreceğiniz gibi, kapağında şu bilgiler yer almaktadır:

“Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından her ay neşredilir.”

kemal-atatc3bcrk-inkilaplari-kuran-din-islam-mc3bcslc3bcman-devrimleri atatürk ayasofya müze m. kemal ayasofya

“Ayın Tarihi”nin “Ikinci Teşrin 1934″ tarihli nüshasında bir yazı yayınlanıyor…

Yazıda, New York Times’da yayınlanmış bir makaleye yer veriliyor… Makalenin konusu Ayasofya’dır. Ayasofya’nın tarihi uzun uzadıya anlatıldıktan sonra makalenin bir yerinde şöyle deniyor:

“Ayasofya, bir Hristiyan kilisesi olarak kurulmuştu. Sonradan bir Müslüman camii oldu. Modern düşünceli Türkiye, onu en ünlü müzesi yapmayı tasarladı. (…) Kemal (Atatürk) Kur’an’ı istihfafla (küçümseyerek) yere atmış, kendi heykelini diktirmiş, fesi ortadan kaldırmış ve kadınların yüzlerindeki peçeyi yırtmıştır. Sultanların sarayı olan Yıldız köşkü bugün müzedir. O halde sultanın camii de (Ayasofya) niçin bir müze olmasın?”[13]

Söz konusu makale, M. Kemal’in en güçlü olduğu dönemde ve devletin resmi yayın organı tarafından yayınlanmıştır. Iftira olarak algılansa, gerçeği yansıtmadığı düşünülse; bunu yayınlamak bir yana, New York Times’ın haberi yalanlanmaz mıydı? Hele böyle mühim bir mevzuda. Bu yayında da görüldüğü gibi, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesiyle ilgili birtakım girişimlerde bulunuluyordu.

Adolf Hitler, M. Kemal’in inkılaplarını değerlendirirken Ayasofya Camii’nin müzeleştirildiğini şu sözlerle ifade ediyordu:

“Mustafa Kemal Atatürk’ün din adamlarından kurtulmak konusundaki hızı tarihin en dikkate değer bölümlerinden biridir. 39 tanesini astı, diğerlerini aşağıladı, ve Istanbul’daki Ayasofya şimdi bir müze!”[14]

Ayrıca tartışılan Ayasofya kararnamesinin imzalandığı gün, ta Yeni Zelanda’da yayınlanan “The Auckland Star Gazetesi” bile Ayasofya’nın artık müze olduğunu okurlarına duyuruyordu[15]
*
Işte 24.11.1934 tarihli “The Auckland Star Gazetesi”nin 8’inci sayfası:

ayasofya atatürk ayasofya m. kemal ayasofya müze yeni zelanda gazetesi the auckland star
ayasofyayi-kim-kapatti-ayasofya-gazete-ayasofya atatürk ayasofya m. kemal ayasofya müze yeni zelanda gazetesi the auckland star

24.11.1934 tarihli The Auckland Star Gazetesi…

***

“Hain”(!) Sultan Vahidüddin’in işgal döneminde dahi koruduğu Ayasofya Camii, düşmanın “kovulmasından” (!) sonra “kahramanlarımız” tarafından ibadete kapatılmıştır. Bilindiği gibi, Mütareke dönemini fırsat bilen Rumlar, işgalcilerle birlikte Ayasofya’yı tekrar kilise yapmak için harekete geçmişlerdi. Istanbul düşman kuvvetleri tarafından işgal olunduğunda, Ayasofya Camii’ne yerleştirilen Türk askerleri kuşatılmıştı.[16]

Binbaşı Tevfik Bey, işgalcilerin Ayasofya Camii’ne girmeye teşebbüs etmeleri halinde ateş açacağını, durdurmaya muvaffak olamadığı takdirde, Camii’yi, dört bir köşesine yerleştirdikleri patlayıcılarla havaya uçuracağını söylemiştir.[17]

Sultan Vahidettin’in, kendini korumak için bırakılmış olan biricik taburu Ayasofya Camii’ne göndererek çan takmak isteyenlere ateş edilmesi emrini verdiği Seadet-i Ebediye adlı eserde geçmektedir.[18]

Osmanlı Devleti’nin Ayasofya Camii’ni düşmanlardan korumak için aldığı önlemlerden yalnızca bir-ikisini şuracıkta belgelemekte fayda var:

birinci dünya savasinda rumlarin ayasofya etrafinda mülk edinmelerinin yasaklanmasina dair meclisi vükela karari

Birinci Dünya Harbi’nde Rumların Ayasofya etrafında mülk edinmelerinin yasaklanmasına dair Meclisi Vükela kararı… (KAYNAK: Başbakanlık Arşivi, Meclis-i Vükelâ Mazbataları, no. 215/137.)

***

isgalcilarin izni olsun olmasin rum ve ermenilerin bazi mahzurlarindan dolayi ayasofyaya girmelerine müsaade edilmemesine dair


Işgalcilerin izni olsun olmasın, bazı mahzurları dolayısıyla Rum ve Ermeniler’in Ayasofya’ya girmesine müsaade edilmemesi… (KAYNAK: Başbakanlık Arşivi, Dahiliye Nezâreti Idare-i Umumiye Evrakı, nr. 19-12, sıra 1-41.)

***

Ayasofya Minarelerinin Yıktırılmak Istenmesi

Atmeydanı’nın (Sultan Ahmed Camii Meydanı) demiryolu tarafında Büyük Ayasofya ile aynı devirde yapılmış ve o devirde iki azize ithaf olunarak Aya Sergius ve Aya Baccus adı verilen Küçük Ayasofya Kilisesi’ni, II. Bayezid döneminde Hüseyin Ağa camiye çevirmişti. Ayasofya’nın müze yapılma fikri Maarif Vekili tarafından yayılınca, Küçük Ayasofya bu işin içine alınmış, kanuni hiçbir dayanağı olmadan bir gecede caminin minaresi yıktırılmış idi.[19] 1959 senelerinde halk tarafından yeniden yaptırılmıştır.[20]

Küçük Ayasofya minaresi yıktırıldıktan sonra, Büyük Ayasofya’nın dört minaresini yıktırma işlemine başlanılacağı sırada oluşan tepkiler üzerine, minarelerin yıkılması kararı askıya alınmıştır.

Ibrahim Hakkı Konyalı, bu konu hakkında bir yazısında şu bilgiyi paylaşıyor:

“Minareler birinci Cumhurbaşkanının (M. Kemal Atatürk) verdiği şifahi bir emirle yıkılacaktı.”[21]

küyük ayasofya cami minaresi yikildi yeni asya gazetesi 1 ekim 1974 ibrahim hakki konyali

[21] no’lu dipnot ile ilgili… Ibrahim Hakkı Konyalı, minarelerinin yıkılma emrinin M. Kemal’den geldiğini yazıyor…

***

Buraya kadar zikrettiğimiz kaynaklar, Ayasofya Camii’nin M. Kemal’in bilgisi dahilinde müzeye çevrildiğini ispata -sanırım- kâfidir. Zaten yazının devamında başka deliller de göreceğiz.

Ayasofya Kararnamesi Sahte mi?

Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi ile ilgili 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı sahte mi? Çeşitli şekillerde dile getirilen bu mesele gerçekten doğru mu? Yoksa kararnamenin sahteliğine dair görüşler bir dayanaktan yoksun mu?

Nazif Öztürk, yaptığı incelemede kararname hakkındaki sahte suçlamasının yersiz olduğunu belirtiyor ve böyle bir hataya düşülmesinde iki noktaya dikkat çekiyor;

1- Sözkonusu kararnamenin Resmi Gazete’de ve Türk hukuk külliyatı olan Sicilli Kavanin, Düstur ve Kanunlarımız gibi eserlerde yayınlanmamış olması. Sebebi bilinmiyor ama, bugün de 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesine göre, medrese, mektep, tekke veya zaviye gibi vakıf hayrat eserlerin Ayasofya’da olduğu gibi tesis gayesi dışında; kütüphane, müze, Kur’an kursu veya benzer sosyal ve kültürel amaçlar için kullanımına müsaade edilmek üzere, bir kamu kuruluşuna tahsisine ait Bakanlar Kurulu Kararı ile hayratın diğer bir hayratla değiştirilmesi veya nakit ile satılmasına izin veren kararnameler, bugün de Resmi Gazete’de yayınlanmamakta ve külliyatlarda yer almamaktadır.

2- Bundan daha önemlisi arşivlerde “aslı gibidir” ifadesiyle tasdik edilmiş iki ayrı kararname metni bulunmasıdır. Bu iki kararnamenin metin kısımları aynıdır. Ancak bunlardan birisinin altında “Reisicumhur K.Ataturk” yazıldıktan sonra, bakanlıkların adlarının baş harfleri ile bakanların isimleri ve soyadlarının sadece ilk harflerinin elle yazılmış olması ve konu ile ilgilenen ve yayın yapanların bu güne kadar bu nüshayı görmüş olmaları sahte suçlamasına sebep olmaktadır. Oysa diğer nüshada en ufak bir tereddüde meydan vermeyecek tarzda, bakanlıkların kısaltılmış isimleri altında, imzalarını tanıdığımız o dönemdeki başbakan ve bakanların açık bir şekilde imzaları bulunmaktadır.

Kabul edilen kararname, gereği yapılmak üzere başvekil namına Müsteşar K.Gedeleç imzası ile 28 Teşrinisani 1934 tarih 6/3303 sayılı yazı ekinde Evkaf Umum Müdürlüğü’ne gonderilmiştir.[22]

M. Kemal Atatürk’ün imzası Sahte mi?

Kararnamedeki imzanın sahte olduğuna inanmıyoruz. Söz konusu imzanın sahte olduğunu ileri sürenler, iddialarını temellendirmek için Atatürk soyadının 27.11.1934 tarihinde Resmi gazetede yayınlandığına ve ancak bu tarihten itibaren geçerli olduğuna dikkat çekiyorlar.[23] Fakat M. Kemal’e “Atatürk” soyadı TBMM’de 24.11.1934 tarihinde verilmiştir.[24] Yani Ayasofya kararnamesinin imzalandığı gün!

m. kemal atatürkün soyadi, m. kemal atatürkün soyismi kemal öz adli atatürk, atatürkün ayasofya imzasi sahte mi, atatürkün imzasi taklid mi m. kemal ayasofya

[23] no’lu dipnot ile ilgili… M. Kemal’e “Atatürk” soyadı verildiğine dair Resmi Gazetede yayınlanan kanun…

***

m. kemal atatürkün soyadi, m. kemal atatürkün soyismi kemal öz adli atatürk, atatürkün ayasofya imzasi sahte mi, atatürkün imzasi taklid mi m. kemal ayasofya tbmm zabit ceridesi

[24] no’lu dipnot ile ilgili… M. Kemal’e “Atatürk” soyadının verilmesine dair yapılan kanun teklifinin TBMM’ce kabul edildiğini gösteren Meclis tutanağı…

***

Buna göre M. Kemal, söz konusu kararnameyi, “Atatürk” soyadını TBMM’de aldığı gün ve Resmi gazetede yayınlanmasını beklemeden “K.Atatürk” şeklinde imzalamıştır. Bu mümkündür. Zira M. Kemal, soyadını almadan çok önce “Atatürk” imzasını kullanmıştı. Üstelik bilinen imzalarından farklı olarak küçük “a” şeklinde değil de büyük “A” harfiyle, tıpkı Ayasofya kararnamesinde görülen şekliyle. Bu imzayı 8.11.1934 tarihinde Naim Hazım’a “Ülkü Onat” ismini verirken atmıştı.[25]

Bilindiği gibi, Soyadı kanunu çıktıktan sonra herkes soyadını ondan almak havasında idi. O da karşısındakinin hal tercümesine ve başından geçen vakalara uygun bir soyadı takardı.[26] Ismet Paşa’ya “Inönü”[27], Kazım Paşa’ya “Dirik”[28], manevi kızı Sabiha’ya da “Gökçen”[29] soyadını bir kağıda yazıp imzalamak suretiyle M. Kemal vermiştir.

atatürk soyadini ne zaman aldi, atatürk soyismini ne zaman aldi atatürk soyadi ne zaman verildi, atatürk soyismi ne zaman verildi haim nazim ülkü onat soyadi

[25] no’lu dipnot ile ilgili… M. Kemal’in, Meclis tarafından kendisine “Atatürk” soyadı verilmeden çok evvel, üstelik büyük “A” harfiyle atılmış imzası…

***

ayasofyayi atatürk mü kapatti ayasofyayi m. kemal mi kapatti ayasofya kararnamesi 1 atatürkün imzasi sahte mi, ayasofyayi atatürk mü müzeye cevirdi
ayasofyayi atatürk mü kapatti ayasofyayi m. kemal mi kapatti ayasofya kararnamesi 2 atatürkün imzasi sahte mi, ayasofyayi atatürk mü müzeye cevirdi

Ayasofya kararnamesi: 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı kararname… (KAYNAK:Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi no 030 18 01 49 79 6)

***

Bir an için kararnamedeki K.Atatürk imzasının sahte olduğunu düşünelim, bu durumda Başbakan Inönü başta olmak üzere tüm diğer bakanların imzalarının da sahte olması gerekmiyor mu? Yani bütün bakanlar hep beraber sahte bir kararname mi uydurdular? Olacak iş mi? Hadi diyelim ki bütün bu bakanlar Fatih Sultan Mehmed’e ve Müslümanlara, hatta M. Kemal’e ihanet edebilecek karakterde idiler. Bu durumda M. Kemal’in hiç mi suçu yok? Nasıl olur da bu “hainlerin” hepsini, üstelik aynı dönemde bakan yapar? Bu iddiada bulunanlar, M. Kemal’in çok kötü bir idareci olduğunu söylemiş oluyorlar. Bu kadar yanlış seçim yapan bir insan bizi düşmandan nasıl kurtarmış olabilir? Açık söylemek gerekirse, bu iddiaların elle tutulur bir tarafı yok. Ayrıca M. Kemal’in imzasının farklı olması da gayet doğal. Muhtemelen imzalarını ilk önce (büyük) “A” harfiyle atmış, ancak beğenmemiş olacak ki üzerinde çalışıp daha estetik bir hale getirmek istemiştir. Işte tam da burada imdadına dostları yetişir ve güzel yazı hocalığı yapan Ermeni Vahram Çerçiyan’a, kendisi için bir imza dizayn etmesini rica ederler.

Milliyet gazetesi 1969 yılında, o sırada 83 yaşında olduğunu dile getirdiği Vahram Çerçiyan adında bir ermeni vatandaşıyla röportaj yapar. Çerçiyan, bu röportaj sırasında olayın hikayesini de kısaca anlatır. Kendisine telefon edilerek “Biliyorsunuz, Mustafa Kemal ***bugün*** Atatürk soyadını aldı. Kendisine bundan sonra kullanabileceği bir imza takdim etmek istiyoruz. Bunu olsa olsa sizin gerçekleştirebileceğinize inanıyoruz. Bu gece hazırlayacağınız bir tek imza taşıyan kartvizit, yarın sizden alınacaktır” denir.

Çerçiyan, Ankara’dan gelen bu talebi akşam saat 21.00’de almış ve sonrasında pek çok imza örneği hazırlamıştı. Bu süre içinde sık sık heyecandan elleri titrediği için uygun imzayı bulmakta hayli zorlanmıştı. Sabah saat sekize geldiğinde ise imza örneklerinin çoğunu elemiş ve önünde sadece beş imza kalmıştı.

Bunlar arasında kararsız kalınca “seçimi Ata yapsın” diyerek beş örneği de Atatürk’e ulaştırılmak üzere, sabah kapısına gelen görevliye teslim etmişti. Üç gün sonra Atatürk’ten bir mektup alan Çerçiyan’a emeklerinden dolayı teşekkür ediliyor ve hazırladığı imzalardan birinin seçildiği Gazi tarafından kendisine iletiliyordu.

Haberde M. Kemal’e, “Atatürk” soyadının TBMM’de verildiği gün (24.11.1934), Vahram Çerçiyan’a telefon edildiği bildiriliyor. Ertesi gün de M. Kemal’in o bilinen imzası bu güzel yazı hocası tarafından kendisine gönderiliyor. Peki M. Kemal Ayasofya kararnamesini ne zaman imzalamıştı? Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, “Atatürk soyadının TBMM’de verildiği gün!” Yani M. Kemal Ayasofya kararnamesini (büyük) “A” harfiyle imzalarken, henüz o bilinen (küçük) “a” harfli ve Vahram Çerçiyan tarafından dizayn edilen imzası henüz ortada yoktu. Bu imza ancak ertesi gün kendisine ulaşacaktır

Atatürkün imzasi sahte mi ayasofya kararnamesi sahte mi, atatürk ayasofya imzasi, m. kemalin imzasi sahte mi, m. kemal ayasofya kararnamesi, m. kemal ayasofya imzasi vahap cerciyan 1
Atatürkün imzasi sahte mi ayasofya kararnamesi sahte mi, atatürk ayasofya imzasi, m. kemalin imzasi sahte mi, m. kemal ayasofya kararnamesi, m. kemal ayasofya imzasi vahap cerciyan 2
Atatürkün imzasi sahte mi ayasofya kararnamesi sahte mi, atatürk ayasofya imzasi, m. kemalin imzasi sahte mi, m. kemal ayasofya kararnamesi, m. kemal ayasofya imzasi vahap cerciyan 3

KAYNAK:

Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1969, sayfa 2.

Ayrıca Murat Bardakçı da Habertürk’teki köşesinde imzanın Vahram Çerçiyan’a ait olduğunu, bizzat öğrencisi olan Arnavutköy Kız Koleji mezunu öğrencilerinden dinlediğini yazar.

Bakınız; Murat Bardakçı, “O kadar titizdi ki, imzasını bile bir sanatçıya çizdirmişti”, Habertürk Gazetesi, 6 Temmuz 2009.

***

Atatürkün imzasi sahte mi ayasofya kararnamesi sahte mi, atatürk ayasofya imzasi, m. kemalin imzasi sahte mi, m. kemal ayasofya kararnamesi, m. kemal ayasofya imzasi vahap cerciyan 6

Çerçiyan’ın hazırladığı ve M. Kemal’e gönderdiği imza örnekleri… KAYNAK: Önder Kaya, Paros, 10 Eylül 2014…

***

Kısaca söylemek gerekirse, kimsenin meseleyi çarpıtmaya hakkı yoktur. Ayasofya’yı açmak için M. Kemal’den onay almak zorunda değiliz. Kararnamedeki imza M. Kemal’e aid olmuş olsun, o kapatmış olsun, ne farkeder? O kapattıysa, biz açarız. Biz onun değil, Fatih’in torunlarıyız. Biraz mert olun. Bir iş yapacaksanız adam gibi dürüstçe yapın. Yapamayacaksanız oturun oturduğunuz yerde… Elbette yapanlar çıkacaktır.

Ayasofya’nın Müze’ye çevrilmesiyle ilgili rivayetler

Osmanlı’da Ayasofya, fethin sembolü görülüyor, merkez camii olarak kabul ediliyordu. Fatih, bu mabedin ilelebed yaşaması için büyük imkanlara sahip bir vakıf kurmuş, çok zengin mali kaynaklara sahip kılmıştı. Yahya Kemal, mütareke günlerinde “Ayasofya’da hala susturulamayan ezan”ı Türk varlığı ve istiklalinin teminatı olarak göstermişti.[30]

Ne varki, halen üzerinde pek çok spekülasyonlar yapılmakta olan bir kararla cami, müzeye çevrilecekti.

Ayasofya konusunda Celal Bayar’ın aktardığı bilgiler de dikkati çekmektedir. Atatürk ile arasında geçen gizli bir konuşmayı daha sonra ifşa eden Bayar’ın anlattıklarına göre; Yunan Başbakanı’nın Atina’da kendisini karşıladığı sırada, Balkan Paktı’na kabul edilebilmemiz için Ayasofya konusunu açtığını; Anadolu macerasının unutulmadığını üzgün bir halde ifade ederek “kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir” şeklindeki Yunan Başbakanı’nın sözlerini M. Kemal’e anlatarak taviz istediklerini söyleyince, M. Kemal şu açıklamada bulunmuştur; Az önce, vakıflar umum müdürü buradaydı. Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar.(!) Bugünkü hali ile de harab ve bakımsız.(!) Hatta mezbelelik. Ayasofya’yı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarsak, hem Yunanlılar’a bir jest yapsak, Balkan Paktı’nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım, demiş ve Ayasofya Camii, böylece müze haline dönüşmüştür. Bayar, daha sonra Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, burayı tekrar camiye çevirmeyi düşündüğünü, ancak Ticani ve Ahmet Emin Yalman olaylarının ve dünyada devam eden olayların buna engel olduğunu söylemiştir.[31]

Amerikalı Papaz Virgd Gheorghiu tarafından kaleme alınan ve Yeni Gazete’de yayınlanan yazıda ise, “Atatürk büyük kiliseye (Ayasofya’ya) Athenagoras’ın restorasyon için gerekli parayı bulması şartıyla hürriyetini vermeyi, burasını müze haline getirmeyi kabul etti ve Athenagoras, Amerikalılar’ı bu mukaddes binanın restore edilmesi için gerekli olan milyonlarca dolar parayı ödemek hususunda ikna etti” ifadeleri yer alır.[32]

Ayasofya’nın müze yapılması ile ilgili olarak Bulgaristan’da alınan bir karardan söz edilmekte ve bu konudaki raporun Genelkurmay Arşivleri’nde olduğu söylenmektedir. Sebilürreşad Dergisi, Bulgaristanlı avukat merhum Halil Bey’in konu ile ilgili bir raporunda, hadisenin mahiyetini, buna tekaddüm eden teşebbüsleri, uzun uzadıya izah ettiğini belirtmektedir. Halil Bey’in raporuna göre, Ayasofya Camii’nin camilikten çıkarılıp müzeye tahvili, o zaman Bulgaristan’da toplanan “Bizans Asarını Ihya Kongresi”nde kararlaştırılmıştır. Birçok misyonerin iştirak ettiği bu kongreye, Halk Partisi’nden bir milletvekili murahhas olarak gönderilmiştir. Bu zat, kongrenin kararını buraya getirmiş ve bundan sonra Ayasofya, camilikten çıkarılarak müze yapılmıştır. Dergiye göre, bu zat daha sonra kendini gizlemiştir.[33]

Ayasofya’nın müze yapılması fikrine kaynaklık eden gelişmelerden biri de Thomas Whittemore’un Ayasofya mozaiklerini araştırma yönündeki talebine müsbet cevap verilmesidir. Dr. Sedat Kumbaracılar, “esasen Ayasofya’nın müze haline getirilmesi Whittemore’a mozaik araştırması için verilen müsaade ile başlar” der.[34]

Ayasofya’nın Müze’ye çevrilmesi

Thomas Whittemore, Ayasofya’nın mozaikleri için 1931 yılında resmen müracaat etmiş ve gereken müsaadeyi almıştır.[35] Bu müsaadeyi Times gazetesi okuyucularına duyurmuştur.[36]

ayasofyayi atatürk mü kapatti, ayasofyayi atatürk mü müze yapti atatürk ayasofya imza belgeler kitabinda bilgi var BCA  nr  030 18 01  02 20 37 18

[35] no’lu dipnot ile ilgili… Ayasofya’da çalışma yapabilmesi için Thomas Whittemore’a müsaade verildiğine dair M. Kemal imzalı kararname…

***

Whittemore bu konuda şöyle diyor, “Halil Ethem şahsi iktidarını, edebi meziyetlerini ve yüksek mevkiini Ayasofya mozaiklerinin açılması işinde istimal eden ilk Türk alimidir. Onun fikri, Atatürk’ün görüşü olduğu gibi, vekiller heyetinin ve o zaman aralarında bulunan Reisicumhur (Sene:1947) Ekselans Ismet Inönü’nün görüşü olmuştur. 1932’de bu iş Halil Bey, Dr. Hamit Zübeyr Koşay ve Aziz Oğan idaresi altında Amerika Bizans Enstitüsü’ne tevdi edilmiştir. Türk Hükümeti’nin işbu mümessilleriyle Bizans Enstitüsü arasında sekiz seneden beri devam etmekte olan mesud teşriki mesai dolayısıyla bin seneye yakın bir zamana ait mozaikler ortaya çıkarılmıştır.”[37]

Cumhuriyet döneminde, Ayasofya’daki gelişmeleri inceleyen Hüseyin Yılmaz’a göre, Whittemore bir papazdır. 1934’de, Whittemore’nin idaresinde çalışmalar sürerken; M. Kemal Atatürk, bir akşam sofrasında Ayasofya’nın müze haline getirilmesi düşüncesini ortaya atmıştır.[38]

Bu sırada, 14 Birinci Teşrin 1934 tarihli New York Times’de yapılan teklif tutar. Bu teklifte şu satırlara yer verilir:

“Doğunun olduğu kadar Batının da duygularını canlandıran bu büyük saygı sembolü, şimdi yeni bir değişikliğe hazırlanıyor. Ayasofya, bir Hristiyan kilisesi olarak kurulmuştu. Sonradan bir Müslüman camii oldu. Modern düşünceli Türkiye, onu en ünlü müzesi yapmayı tasarladı. Müslümanlar’ın duvarlara vurdukları badanalar altında 500 yıl gizli kalan Bizans mozaiklerini, şimdi usta eller temizleyip ortaya çıkarıyor. Son zamanlarda bu büyük camide tapanları gören kimseler, bunlardan çoğunun ihtiyar olduklarını söylüyorlar. Batı ülkelerinin kılığına girmiş olan genç Türk, tapınmağa gitmeden önce, herkesin karşısında ağzını çalkalamayı ve ayaklarını yıkamayı doğru bulmuyor. Temizlik kanunlarını başka yoldan gözetmek çaresini bulmuştur… Sultanların sarayı olan Yıldız Köşku bugün bir müzedir. O halde sultanın camii de niçin bir müze olmasın?”

Gazete, sultanların sarayı olan Yıldız Köşkü’nün müze olmasından hareketle, Ayasofya’nın da müze olmasını tabii görmektedir. Hüseyin Yılmaz gazeteye şu tepkiyi gösteriyor; “Yıldız, saltanatın Ayasofya inancın simgesidir. Birincisinin müze olmasında beis yoksa, Ikincisinde niçin olsun? Batılının mantığı bu.”[39]

Semavi Eyice, bir notunda şöyle der; “Ayasofya’nın Atatürk tarafından müze haline getirilmesinin kararlaştırılması, Abidin Özmen tarafından Ayasofya hatıra defterine tafsilatı ile yazılmıştır. Bu karar, bir akşam Atatürk’ün sofrasında verilmiş ve Özmen, bu tasarıyı ertesi gün yazı ile Başbakanlığa bildirmiştir. Başbakanlık’tan Vakıflar’a havale edilen evrak, 24 Kasım 1934’de Bakanlar Kurulu’ndan çıkmış ve 1 Şubat 1935’de Ayasofya Müzesi resmen açılmış, aynı ay içerisinde Atatürk yeni müzeyi ziyaret etmiştir.”[40]

abidin özmen ayasofya hatira atatürk ayasofya m. kemal ayasofya

[40] no’lu dipnot ile ilgili… Devrin Eğitim Bakanı Abidin Özmen’in, Ayasofya’nın müze oluşuyla ilgili olarak Ayasofya Hatıra Defteri’ne düştüğü notları…

***

Dönemin şahitlerinden Ziyad Ebuzziya’nın tesbiti ise şöyle; Kasım 1934 başlarında, Atatürk’ün mutad bir akşam sofra sohbetinde Abidin Özmen, konuyu açmış ve raporda belirtilen hususları anlatmıştır. Atatürk, hemen işe başlanması emrini vermiştir. Ayasofya Camii evkaf idaresine bağlı bulunduğundan, yapılacak şeyler ona düşmüştür.[41]

Ayasofya’nın Müzeye Çevrilişinin Safhaları

Ayasofya Hakkında Ilk Dönemde Çıkan Bakanlar Kurulu Kararları

Ayasofya Camii hakkında, Cumhuriyet döneminde 5 Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılmıştır. Bunlar;

1- Cami kubbesinin müteahssıs ve muktedir bir heyet-i fenniye ile müstakilen muayenesi ve tanzim edilecek raporun Heyet-i Vekile’ye iblağı hakkındadır.[42]

2- Bu raporu düzenleyen Heyet-i Fenniye’ye verilecek mükafatla ilgilidir.[43]

3- Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Bizans Enstitüsü adına araştırma yapmak üzere Thomas Whittemore’ya verilen izindir.[44]

4- Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ile ilgili olarak Icra Vekilleri Heyeti’nin 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı kararıdır.[45]

5-Ayasofya’nın korunmasında kullanılacak 6 bekçi kadrosu hakkında Icra Vekilleri Heyeti’nin 26.06. 1935 tarih ve 2888 sayılı kararıdır.[46]

Ayasofya’nın Müze Oluş Serüveninin Başlaması

Ayasofya’da mozaiklerin açılmasında gorev alan T. Whittemore’un etkisiyle Maarif Vekili Abidin Özmen ikna olmuş ve konuyu M. Kemal’e açmıştı. Onun da gayretleri ile M. Kemal, konunun uzman bir heyetce incelenmesini emretmiş; yine bu işin öncülüğünü yapan Maarif Vekili Abidin Özmen, 25 Ağustos 1934 tarihinde Istanbul Müzeleri Müdüru Aziz Oğan başkanlığında müze müdürleri, mütehassıslar, belediye temsilcisi, vakıflar müdür ve mimarlarından oluşan 8-9 kişilik bir komisyon kurmuş, konuyu bu heyete havale etmiştir.

Heyette; Tahsin Öz, Efdalettin Tekiner, Prof. Osman Ferid, Alman Prof. Erkhard Ungar gibi isimler yer almıştır.[47]

Komisyon bir rapor hazırlayarak 27 Ağustos 1934 tarihinde Maarif Vekaleti’ne sunmuştur. Bu raporda; Ekim ayı sonunda, müze kararı alınmadan önce T. Whittemore’un çalışmalarını bitirmesi, bu arada dış kısımlar ile kapı ve pencerelerin tamir edilmesi, son cemaat mahallinin müzelik eşyayı teşhir edecek hale getirilmesi, binayı çevreleyen kahve, sundurma, köhne ahşap bina, dükkan ve kulübelerin yıkılması, camiye bitişik kimsesizler yurdunun (Fatih Medresesi) kaldırılması, avlunun tanzim edilerek açık müze haline getirilmesi konularına temas edilmektedir. Ayrıca, caminin mabed kısmının ibadete kapatılması suretiyle buraya Bizans eserleri konularak Bizans müzesi yapılması, bu arada Ayasofya’nın asırlarca Osmanlı eseri halinde kullanıldığı hususu da gözönüne alınarak, uygun bir yerinde Türk eserlerinin de teşhir edilmesi istenmiştir.[48]

Ayasofya'nin müze olabilmesi için gerekli olan çalismalara dair komisyonun ilk raporu.

[48] no’lu dipnot ile ilgili… Ayasofya’nın müze olabilmesi için gerekli olan çalışmalara dair komisyonun ilk raporu…

***

Bu komisyonun başkanlığını yapmış olan Aziz Oğan, bu ve müteakiben hazırlanmasına öncülük ettiği raporlarda; “ilk iş olarak binanın tamiri, kayyımhane ve öksüzler yurdu tarafından kullanılan binanın (medresenin) kaldırılması, avlu içinde kahvehane ve diğer dükkanlarla binanın güney yüzündeki dükkanların istimlak edilerek yıktırılması ve yerlerinin temizlenmesi, atriumun tanzimi ve burada açık müze teşkili, Bizans imparatorlarına ait kırmızı porfir lahidler ile Nur-ı Osmaniye ve Zeyrek camileri önündeki lahidlerin ve şehir dahilinde çıkacak mimari Bizans eserlerinin açık müzeye nakilleri kararlaştırılmış, ancak bahçeye mimari eserlerin konulmasından önce bir araştırma yapılmasına karar verilmiştir” der.[49]

Komisyon heyetinden Alman Erkhard Ungar, caminin mabed kısmının ibadete kapatılarak Bizans Asarı Müzesi haline getirilmesi fikrine karşı çıkmış, mabed kısmının aynen açık kalması gerektiğinde ısrar etmiş ve rapora muhalefet şerhi koymuştur. Alman Erkhard Ungar dışındaki Türk üyeler mabedin tamamen kapatılması yönünde görüş bildirmişlerdir.[50]

Bu gelişmelerden sonra, Ayasofya Camii’nin müzeye tahvili için gereken Icra Vekilleri Heyeti kararı alınması için, Maarif Vekaleti, Başvekalet’e 14.11.1934 tarih ve 94041 sayılı bir tezkire yazmıştır.[51] Bu tezkirede, eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan Istanbul’daki Ayasofya Camii’nin, tarihi vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesinin bütün şark alemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki Evkaf’a ait dükkanların yıktırılması, diğerlerinin de Evkaf’ca istimlak edilmek suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri, daima muhafazası, masraflarına karşılık da Evkaf’ca bu sene ve gelecek senelerin bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar alınması istenilmiştir.

Evkaf Umum Müdürlüğü’nün, Başvekalet’e bildirdiği 7.11.1934 gün ve 153197/107 sayılı mütalaasında, “Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir gelir yoktur… çevresindeki yapılardan Evkaf’a ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelir ise de ötekine berikine ait olanların Evkaf’ca satın alınmasına imkan bulunmamaktadır” cevabı verilmiştir.[52]

Ayrıca vakıfların bu mütalaasında; “caminin Bizanslılar’dan kalma bir eser olması dolayısıyla hiçbir vakfının bulunmadığı, cami olduktan sonra sultanların yaptıkları temliklerin a’şar gelirine dayandığı, a’şarın ilgası ile bu temlik ve tahsislerin ortadan kaldırıldığı, halkın yaptığı bağışların ise, çok cüzi olmasının yanında, Kur’an okumak ve dua etmek gibi her yerde yapılabilir nitelikte gayeler için vakfedildiği” bildirilmiştir.[53]

Nazif Öztürk, verdiği örneklerle bu mütalaanın gerçekleri yansıtmadığını göstermiştir. Zira Fatih, vakfettiği ticari ve zirai vakıf taşınmazlardan sağlanacak gelirlerle hiçbir ayırım yapmadan Fatih Külliyesi, Ayasofya, Zeyrek, Imaret, Galata, Şeyh Vefa, Kulle-i Cedide camileri ile Kalenderhane Zaviyesi giderlerinin karşılanmasını istemektedir.[54]

Ayasofya Camii vakıflarının esas gelirleri, arsa, dükkan,bina, han, hamam, bedesten, değirmen gibi vakıf binalardan elde edilen ticari ve zirai gelirlerdir.

Konu, Icra Vekilleri Heyeti’nde 24.11.1934’de görüşülmüş ve caminin çevresindeki Evkaf’a ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğü’nce yıktırılarak temizlettirilmesi; diğer binaların istimlak, yıkma, tamir ve muhafazası masraflarının, Maarif Vekilliği’nce karşılanması suretiyle Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine dair kararname çıkmıştır.[55]

Tasvip kararı almak için, istenen bilgiye cevab olarak Evkaf Umum Müdürlüğü’nce hazırlanan 7.11.1934 tarih ve 107/153/197 sayılı yazıda “çevresinde Türk eserleriyle değeri arttığı tezkirede söylenen Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi üzerinde söz söylemeyi Evkaf Umum Müdürlüğü selahiyeti dışında bulur” denilmiştir. Vakıfların bu açıklaması, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine karşı olduğunu göstermektedir.Neticede, 24.11.1934 gün ve 1678/132314 sayılı yazıyla istimlak edilen yerlerle caminin ve hariminin bir parselde toplanarak tapu kaydının Hazine adına tashih ve tescili istenmiş ise de, Vakıflar Umum Müdürlüğü, vakıflar kanunun buna mani olduğundan bahisle teklifi reddetmiştir. Nihayet Milli Eğitim Bakanlığı, 2.7.1964 gün ve 2829 sayılı yazılarıyla, Istanbul’da müze olarak kullanılan Ayasofya müştemilatının 25 yıl müddetle intifa hakkının Bakanlığa devrini istemişti.[56]

Kararnameden Önce Kurulan Ayasofya Komisyonu’nun Ilk Raporu

Ayasofya’nın müze olarak açılması kararnamesinden önce, bu iş için bir ön komisyon kurulmuş olduğu yukarıda kaydedilmişti. Caminin müze olarak açılması konusunu incelemek uzere kurulan bu komisyonun ilk raporu, 27.8.1934 tarihlidir. Komisyonun başkanı olan Aziz Oğan, Kültür Bakanlığı’ndan gelen yazı üzerine, daha önce indirilmiş olan Ayasofya levhalarının yerlerine asılması konusunu kararlaştırmak üzere, 25/1/1949 tarihinde toplanan komisyonun da başkanı idi. 1949’daki komisyonda (encümen) yapılan görüşmelerde, dolaylı olarak 1934’de kurulan komisyonun kuruluş hikayesine de işaret edilmiştir. Komisyon görüşmelerinin konu de ilgili kayıtları şöyledir;

25/1//1949
7 İNCİ TOPLANTININ
OZEL ZABTI
…Bakanlık’dan alınan 21/1/949 tarih ve 224 sayılı yazı okundu.
Başkan; Bakanlık, Encümen’in bu hususdaki mütalaasını sormakta ve verilecek karar de birlikte bu konu hakkındaki müzakere zabtını beraber istemektedir. Onun için bu meseleyi ayrıca müzakere etmek ve zabtını ayrıca tutmak icabediyor, dedikden sonra bu hususdaki cereyan hali evvela kendisi tarafından izah edileceğini söyleyerek söze başladı:

1934 yılı Ağustos’un 25 inci günü odamda meşgul bulunduğum sırada Maarif Vekdi Abidin Özmen ansızın odama girdi. Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi için emir aldığını, burasının Bizans ve Osmanlı devri eserlerini ihtiva eden bir müze olacağını soyledikden sonra, burada yapılacak işleri kararlaşdırmak üzere özel bir komisyonun kurulması gerekdiğini söyledi. Komisyona dahil olacak şahıslar üzerinde görüşüldü. Bunun üzerine bizzat eliyle yazdığı ve daktilomuza yazdırttığı ve idaremize kayıt ettirdiği 25/Ağustos/1934 tarih ve 18777 /1317 sayılı emri imza ederek bana tevdi etti. Bu emri dosyadan çıkararak okudukdan sonra, Bakanın bu hususda Başvekalet-i Celile’ye hitaben yazdığı yazının müsveddesini de okudu. Sözlerine devamla bu emir üzerine Başkanlığı altında Istanbul Evkaf Başmüdürü Niyazi, Encümen Azasından Efdalettin Tekiner, Mimar Kemal, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz, Vilayet ve Belediye mümessilleriyle Prof. Ungar’dan mürekkep olarak teşkil edilen bu özel komisyonun müteaddid toplantılar yaptığını, ittihaz edilen kararların Bakanlığa arz edilmekte olduğunu ve alınan cevabi emirler uzerine Ayasofya’da temizlik ve onarım işlerinin yaptırıldığını uzun uzadıya izah etti…”

Ayasofyanın müzeye çevrilmesi ile ilgili kararnameden önce, Ağustos 1934’de kurulan ilk komisyonun, Ayasofya’nın camiilikten müzeye çevrilmesi için neler yapılması gerektiği konularını ele alıp karara bağladığı 27.8.1934 tarihli raporu şöyle başlıyor;

“T.C
İSTANBUL
ASARIATİKA MÜZELERİ
UMUM MÜDÜRLÜĞÜ
RAPOR
Istanbul 27/8/1934
Maarif Vekâleti Celilesi’nden telakki olunan emir üzerine içtima eden komisyonumuz yaptığı müzakere neticesinde atideki (gelecekteki) hususatı karar altına almıştır.
1- Caminin müze haline getirilmesi için hali aslîsini bozmamak üzere iç ve dışında yapılacak işler…[57

Ayasofya Müzesi’nin Açılışı Için Fiziki Hazırlık Çalışmalar

Ayasofyanin müze olarak acilmasi atatürk ayasofya acilisi Ayasofya'nın müze olarak açılması için yapılan çalışmalara dair Aziz Oğan'ın yazısı.

[58] no’lu dipnot ile ilgili… Ayasofya’nın müze olarak açılması için yapılan çalışmalara dair Aziz Oğan’ın yazısı…

***

Istanbul Müzeler Müdürü Aziz Oğan, Maarif Vekaleti’ne gönderdiği 27.1.1935 tarihli yazısının 5. ve son maddesinde Ayasofya’nın 1 Şubat 1935 tarihinde müze olarak açılacağını, “bildirilen temizlik işinin bu ayın son gününe kadar bitirilerek Ayasofya Müzesi’nin 1 Şubat 1935 günlemeçinde yerli ve yabancı gezicilere açılacağını bildirir saygılarımı sunarım” ibaresi ile belirtmiştir. 27.01.1935 tarih ve 19959/99 sayılı yazıda şöyle denilmektedir;

Kültür Bakanlığı’na [Maarif Vekaleti]
2/1/1935 günlemeç ve Müzeler 90603 sayılı bitiklerine karşılıktır.

1- Buyrukları vechile Ayasofya Müzesi’nin tezelden açılması için yapılan temizliğe hız verilmiştir.

2- Müzelerden ayrılan muvakkat memur ve müstahdemin kadrosile hazirana kadar idare edilecektir. Yalnız yukarı tabakalarla dış narteks şimdiki halde ziyaretçilere kapalı bulundurulacak ve narteks, ancak tamir ve tasnifden ve yukarı tabakalarda Hazine-i Evrak’a aid sandıklar kaldırıldıktan ve yeni haziran kadrosu geldikten sonra açılacaktır.

3- Ayasofya Kütüphanesi’nin yeni ve basma kitaplarının alınarak yerinde bırakılmasını teklif etmişdim. Buna dair bir buyruğunuzu almadım. Diğer tarafdan Istanbul kütüphanelerinde (Ayasofya’ya aid) eserlerin de bu kütüphaneye verilerek buraya hususi ve istisnai bir duruş verilmesi çok onay olacaktır.

4- Darbhane ve Damga Matbaasında basılacak duhuliye ibadetleri için beklenilen emir bu güne kadar mezkur müessese müdürlüğüne gelmemiştir. Bu emrin çabuk verilmesini dilerim.

5- Birinci maddede bildirilen temizlik işinin bu ayın son gününe kadar bitirilerek Ayasofya Müzesi’nin 1 Şubat 1935 günlemecinde yerli ve yabancı gezicilere açılacağını bildirir saygılarımı sunarım.

Istanbul Müzeleri Genel Müdürü
Aziz Oğan[58]

Nitekim 1 Şubat 1935 tarihli Zaman[59] ve 2 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetelerinde Ayasofya’nın müze olarak açıldığı okurlara duyurulmuştur.[60

ayasofya-zaman-gazetesi

[59] no’lu dipnot ile ilgili… 1 Şubat 1935 tarihli Zaman Gazetesi’nde Ayasofya Müzesi’nin açılışı okuyuculara böyle duyuruldu (sağ altta)…

***

ayasofya-zaman-gazetesi-haber-zoom

[59] no’lu dipnot ile ilgili… 1 Şubat 1935 tarihli Zaman Gazetesi’nde yer alan “Ayasofya Müzesi” başlıklı haber…

***

2 Şubat 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Ayasofya'nın müze olarak açılış haberi.

[60] no’lu dipnot ile ilgili… 2 Şubat 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Ayasofya’nın müze olarak açılış haberi…

***
Müzenin Açılışı, Atatürk’ün Ziyareti ve Yapılması Planlanan İşler

Kültür Bakanlığı’na [Maarif Vekaleti] hitaben yazılan ve 7.2.1935 tarih ve 20015/155 sayılı Aziz Oğan imzalı yazıda, Atatürk’ün 6.2.1935 günü oğleden sonra Ayasofya’yı ziyaret ettiğinden uzunca bahsedildikten sonra, birinci narteksin bir an önce tamir edilmesi ve bazı eserlerin buraya getirilerek teşhir edilmesinden söz edilmektedir.

Yazı aynen şöyle;

Kültür Bakanlığı’na
Atatürk, dün 6/2/1935 öğleden sonra, Ayasofya Müzesi’ni teşrif ve binanın her tarafını büyük bir dikkat ve itina ile tedkik buyurdular. Bu meyanda Ayasofya Kütüphanesi’ni de gezdikleri gibi, bir haftadan beri muvaffakiyetle devam eden atriumdaki hafriyatı da alaka ile gezmişler ve kendilerine bizzat lazım gelen izahat verilmiştir. Yüce Atatürk, hafriyat mevkiini gezdikleri sırada, garp cephesinin malum olan harabiyetini görerek esasen keşfimize dahil bulunan burasının bu halde kalmamasını işaret buyurmuşlar ve hafriyatı muteakip, bahçesinin de tarh ve tanzimi lüzumunu tavsiye eylemişlerdir. Atatürk’ün lütuf buyurdukları bu ziyaret vesilesiyle yüksek ve kıymetli vasaya ve irşadlarından idare-i acizanem sonsuz derecede müstefid olmuştur. Binayı temiz ve bir disiplin altında görmelerinden dolayı lütfen ibzal buyurdukları iltifattan yeniden feyiz ve taze kuvvet alan Müzeler idaresi buranın en kısa bir zamanda hakiki bir ilim müessesesi olabilmesi ve Arkeoloji acununa istifadeli bir hale getirilmesi hususunda sürekli mesaisinde daha büyük bir hız ve enerji ile yürüyeceğine hiç şüphe yoktur.

Istanbul’da iken birinci narteksin bir an evvel tamirde buraya büyük müzenin Bizans salonlarından bazı asarın celb ve teşhiri onaylı olacağı ve bu hususda haziranı beklemiyerek şimdiden iki üç bin lira gönderileceği vaid buyrulmuşdu. Bu kısmın tamiri, bazı eserlerin nakil ve dıvarlara tespiti için sarfı gerekli olan paranın 2800 lira tutacağını, 5.2.1935 günlemeç ve 20007/147 sayılı biti ile bildirmiştim. Binaenaleyh, derakab faaliyete geçebilmek için, mevcut paranın telgıraf havalesi olarak irsaline genliğinizi dilerim.

Istanbul Müzeleri Genel Müdürü
Aziz Oğan[61]

***

Ayasofya Komisyonu’nun 24.3.1935 Tarihli Raporu
Maarif Vekaleti’nin 20.02.935 tarih ve 90740 sayı ile gönderdiği yazıya cevap olarak Istanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Oğan, 24.3.1935 tarih ve 20213/353 sayılı bir yazı göndermiştir. Bu cevabi yazıda Ayasofya Komisyonu’nun “müze için yaptığı konuşmaların sonunu bildiren” rapordan bahsedilmektedir. Ayrıca yazıda Ayasofya Camii’nin bitişiğinde olan ve yıkılması onay gören medresenin iç ve dış resimlerinin ekte gönderildiği belirtilmektedir.[62]

İddialar ve Cevaplar

Ziyad Ebuzziya, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi çalışmaları sırasında, 1934’de dönemin Maarif Vekili Abidin Özmen ve M. Kemal’e yakınlığı ile bilinen Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ile görüşmüş ve bu görüşmede Abidin Özmen’e, komisyonun raporunda yer alan “ibadete kapatılmalı” sözünü hatırlattığında irkildiğini, “ibadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aştı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya camidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksat budur” tarzında konuştuğunu ayrıca Şükrü Kaya’nın da “kesinlikle söz konusu değil” diyerek ibadet bölümünü Bizans müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı” dediğini yazmaktadır.

Bu beyanlar, muhtemelen halkın tepksini önlemek maksadıyla verilmiştir. Hakikaten Maarif Vekili Abidin Özmen’in, Ziyad Ebuzziya’ya yaptığı açıklama ile muamelesi arasında ikilik olduğu açıktır. Zira kararname için Başvekalet’e yazdığı 4.11.1934 tarih ve 94041 sayılı teklif yazısında, “Ayasofya, müzeye çevrildiği takdirde Istanbul’un turistik değeri bir kat daha artacaktır. Ayasofya’da namaz kılanlar pek yakınındaki büyük küçük birçok camilerde dini vazifelerini yapabileceklerdir” ifadesi yer almaktadır.[63]

Cami Kadrolarının Akıbeti, Müzenin Korunması Meselesi

Ayasofya’nın müzeye çevrilmediğini iddia edenlerin bir başka delili de Cami kadrolarının iptal edilmemiş olmasıdır.

Oysa Ayasofya, 1 Şubat 1935’de resmen müze olarak açıldığı sırada 3 imam, 7 müezzin 10 kayyım kadrosuna sahipti. Sonra bir imamla bir müezzin bırakıldı, diğer görevliler başka camilere dağıtıldı.[64] Birinci imam Idris, Sultan Ahmed Camii’ne; ikinci imam Tahir, Bayezid Camii’ne; müezzinlerden Şevket ve Ali Rıza, Sultan Ahmed Camii’ne; Mustafa, Bayezid Camii’ne; daha önce Fatih’den alınan müezzin de eski görevine gönderilmek suretiyle hademe-i hayrat dağıtılmıştır.[65]

ayasofyada imam kadrosunun baska yerlere dagitilmasi

Ayasofya’da görev yapan imam, müezzin ve kayyım kadrolarının başka yerlere dağıtılması…

***

Sözkonusu görevliler fiilen başka görevlere verildi ise de Ayasofya Camii’ne ait kadroları uzun süre iptal edilmedi. 1950 yılına kadar imam ve müezzin kadrosu, 1950 yılından itibaren yalnız imam kadrosu devam etti. Bazı kayıtlara bakılırsa bu tarihe kadar Evkâf Umum Müdürlüğü imamların ve müezzinlerin tayin ve azilleri ile ilgilenmiş, maaşları ise vakıf gelirlerinden karşılanmıştır. Fatih’in Vakfiyesi ve Osmanlı’da uygulanan sisteme bağlı kalınarak görevliler hayat boyu görevde kalırdı. Bu sırada hayatta olduğunu ispatlayan maaşını almaya devam etmekte idi.[66]

Icra Vekilleri Heyeti kararına dayanarak, Maarif Vekili Abidin Özmen’in acele kaydıyla gönderdiği yazı üzerine, Ayasofya, müzeler idaresince teslim alınmaya başlanmıştır. Aynı yazıda, müzenin memur kadroları Büyük Millet Meclisi’nce kabul olununcaya kadar, eski cami bekçilerinin Istanbul Müzeleri Müdürü’nün gözetimi altında çalışması istenmiş bu istek doğrultusunda eski cami kayyımları müze müdürlüğü emrine verilmiştir.[67] Bu görevlilerin geçici bekçi olarak tayini, Ayasofya’nın müzeye tahvilinden sonra korunması kaygılarından kaynaklanmış; Haziran 1935-Mayıs 1936 arasında bir yıllığına geçerli olmak üzere altı bekçi kadrosu tahsis edilmiştir. Kadro tahsisi, Maarif Vekâleti’nin 22.6.935 tarihli yazılı teklifi, Maliye Vekaleti’nin 25.6.1935 tarihli mütalaanamesi ve Icra Vekilleri Heyeti’nin 26.6.935 tarih ve ve 2888 sayılı kararıyla kabul edilmiştir.[68] Bu karar, Ayasofya ile ilgili son ve 5. Bakanlar Kurulu Kararıdır.

Camiye Ait Eşyanın Akibeti

Ayasofya’da 500 senelik Osmanlı devrinin hatıralarını taşıyan mimariye dahil olmayan, fakat cami karakterini tamamlayan rahleler, asma kandiller, kandilarası süsleri, sakal-ı şerif ve Kur’anı Kerim çekmeceleri, halılar, yazı levhaları, sandıklı saatler ve pabuçluklardan bir numunesi dahi bugün burada veya başka bir müzede bulunmamaktadır. Halbuki Ayasofya gibi ehemmiyet verilmiş bir mabedin eşya bakımından çok zengin olması gerekirdi ve öyle idi. Tespitlerimize göre, müze oluşuna dair kararname ile cami Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlandı. Kararname’nin Istanbul Evkaf Müdürlüğü’ne ulaşması üzerine, cami ibadete kapatıldı. Içerisindeki teberrukat eşyası kaldırıldı. Dört nüsha tutanak tutularak cami, Müzeler Umum Müdürlüğü’ne teslim edildi. Toplanan teberrukat eşyası, daha önceden de bu maksatla kullanılan, giriş ve çıkışı doğrudan cami ile bir ilgisi bulunmayan bir odaya kaldırıldı.[70]

Anlaşılan o ki, caminin teberrukat eşyasının bir kısmı konulduğu yerde de kalmamış, kısa bir süre içerisinde başka camilere dağıtılmıştır. Bir kısım eşyanın akıbeti ise bugüne kadar hiç bilinememiştir.[71]

Azade Akar’ın tespitlerine göre, kendi devrinde mihrab önünde altı şamdan ve yine daha önce mihrab önünü kaplayan perişan olmuş halıdan başka hiçbir cami eşyasına ve hediyesine tesadüf edilememektedir. Ayasofya’nın halıları, caminin müzeye çevrilmesinden sonra Edirne camilerine gönderilmiştir. Camiyi boydan boya kaplayan halılardan başka, 1926’da Mambury tarafından görülüp kaydedilen yazılı ayetlerle süslü nadide duvar halılarının nerede olduğu da bilinemiyor.[72]

Caminin müzeye çevrilmesi üzerine içeride bulunan eşya ile halılar ve levhalar kaldırılmıştır. Mustafa Izzet’in yazdığı celi levhaların indirilmesi için bir temayül belirmiş, bu fikir Türk sanatına duyduğu sevgi ve saygı ile tanınan Albert Gabriel tarafından da desteklenmiştir. Bu temayül, bir gerekçe de bulmuş ve “mimariyi bozuyor” iddiasıyla duvarda asılı bulunan Ism-i Celâl, Ism-i Resul, Hülefây-ı Râşidin ve Hz. Hasan, Hz. Hüseyin levhaları, asılı bulundukları yerlerden indirilmiştir.

Mustafa Izzet levhalarinin indirilmesiyle ilgili yazi

[73] no’lu dipnot ile ilgili… Mustafa Izzet levhalarının indirilmesi ile ilgili yazı…

***

Semavi Eyice, Atatürk bu levhaların “mimariyi bozuyorlar” demek suretiyle indirilmelerinin doğru olacağı düşüncesini ortaya koymuş ve levhalar az sonra indirilmiştir der.

Kaldırılan levhalar, Ayasofya’nın hünkâr mahfili tarafındaki köşesine (sol tarafta karanlık bir köşeye) üst üste istif edilerek burada rutubet ve havasızlıktan çürümeye bırakılmıştır. Bu yazıların başka camilere asılması tasarlanmış fakat kapılardan geçmeyecekleri düşünülerek bundan vazgeçilmiştir.[73]

Hadiseleri günü gününe takip ettim diyen Ibrahim Hakkı Konyalı şöyle diyor;

“Güzel bir tesadüf diyelim. Bu levhalar mabedin kapılarından çıkmadı. Ben hadiseleri, haince yapılan tahripleri günü gününe takip ettim. Levhaları çerçevelerinden çıkartmak istediler. Kırılacaklarını, çatlayacaklarını ileri sürerek bu cinayetleri işlemelerine mani oldum.”[74]

Son olarak üç kaynak daha zikredelim… Evvela Istanbul Ayasofya Müzesi Müdürü Erdem Yücel’in yazdıklarına bakalım:

“Ayasofya 1934 yılında Atatürk’ün isteği Bakanlar Kurulunun 24 Kasım 1934 tarihli kararı ile 1 Şubat 1935 den itibaren Müze olmuştur.”[75]

Uzun yıllar Atina Büyükelçiliği görevinde bulunmuş olan Türkiye’nin gözde diplomatlarından Galatasaray Lisesi mezunu Enis Akaygen’in hayatını ve diplomasi mesleğindeki görev yerleri ile alakalı bir kitap neşredildi. Torunu Doç. Dr. Enis Tulça tarafından neşredilen bu kitapta şöyle yazmaktadır:

“1934 yılı için Enis Beyin ailesine bahsettiği bir diğer gelişme, o yılın Türk-Yunan diplomatik ilişkilerine verdiği ivme neticesinde Bakanlar Kurulu kararı ile Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesidir.”[76]

5 Şubat 1937’de, yani M. Kemal daha hayatta iken Ismet Inönü, “Financial Times” gazetesinin talebi üzerine M. Kemal hakkında bir makale yazdı. Daha sonra Cumhuriyet gazetesinde ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi yayını olan “Ayın Tarihi”nde de yayınlanan bu makalede, Inönü, Ayasofya hakkında aynen şu ifadeleri kullanıyor:

“Ayasofyanın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki, tefsire muhtaç mıdır? Atatürkün geniş ve yüksek fikrini… Toleransını, hakikat arayıcılığını… Ve memleketin içtimaî ve ilmî bünyesinde vücude getirdiği hayırlı istihalenin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.”[77]

ismet inönü ayasofya müze ayasofya cami m. kemal atatürk cumhuriyet gazetesi sayfa 1

[77] no’lu dipnot ile alakalı… Inönü’nün makalesi Cumhuriyet gazetesinde böyle yayınlandı… Birinci sayfa. Devamı ise 7 sayfadan verildi…

***

ismet inönü ayasofya müze ayasofya cami m. kemal atatürk cumhuriyet gazetesi sayfa 7

[77] no’lu dipnot ile alakalı… Inönü’nün makalesi Cumhuriyet gazetesinde böyle yayınlandı… Yedinci sayfa… En altta ortada, kırmızı işaretli yer…

***

ismet inönü ayasofya müze ayasofya cami m. kemal atatürk cumhuriyet gazetesi sayfa 7 zoom

[77] no’lu dipnot ile alakalı… Inönü’nün makalesi Cumhuriyet gazetesinde böyle yayınlandı… Yedinci sayfada yer alan sözlerin büyütülmüş hali…

***

Bakara Suresi
114 – “Allah’ın mescitlerini, içlerinde Allah’ın isminin anılmasından meneden ve onların harap olmalarına çalışan kimselerden daha zâlim kim olabilir! İşte bunlar, oralara korka korka girmekten başka birşey yapmazlar. Bunlara dünyada perişanlık, ahirette de büyük bir azap vardır.”

***

Fatih Sultan Mehmed Han (rahmetullahi aleyh)’ın Vakfiyesi:

“Eğer bu hayır müesseseleri yıkılacak olursa, ikinci defa, üçüncü defa ila ahir yeniden inşa oluna… Bütün bu şerh ve ta’yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle VAKIF olmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allâh’ın diğer haramları gibi haramdır.

Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer’-i şerife aykırı olarak vakıfda tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri’a-ta ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca bâtıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti üzerlerine olsun. Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun.

Hiç şüphe yok ki, Allâh her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”[78]

*********

KAYNAKLAR

[1] http://www.kultur.gov.tr

Ayrıca bakınız;

Emre Sarı, Arkeoloji Bilimi, Net Medya Yayıncılık, 2016, sayfa 164.

(Aksaray Üniversitesi) Genç Kalemler (Tarih, Düşünce ve Kültür Dergisi), (Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden) Doç. Dr. Osman Doğanay, “Atatürk ve Arkeoloji”, Sayı 2, Güz 2015, sayfa 9.

Bernard Lewis’in, “Türk Tarih Kurumu Yayınları” arasında çıkan “Modern Türkiye’nin Doğuşu” isimli eserinde ise daha çarpıcı ifadeler yer alır:

“Dini eğitimin yasaklanması, camilerin dünyevi amaçlara döndürülmesi, hukuki ve toplumsal reformların öğretisini kuvvetlendirdi. Hızla büyümekte olan başkentte (Ankara’da) hiçbir yeni cami yapılmadı. En çok göze çarpan ve en sembolik olan şey, Istanbul’daki büyük Ayasofya bazilika’sının kaderi oldu. Fatih Sultan Mehmet, Bizans’a karşı zaferi anında onu cami yapmıştı; Cumhuriyet onu müze haline getirdi.”

Bakınız; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Tercüme eden Prof. Dr. Metin Kıratlı), 5. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, (Birinci Baskı 1970) sayfa 412.

[2] Willy Sperco, Yeni Turkiye’nin Yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk, (Çeviren: Tahsin Saraç), Türk Dili, Sayı 182, Kasım 1966.

[3] Sabine Schlüter, “Gaspare Fossati’nin Ayasofya Onarımları (1847-49)”, 600 Yıllık Ayasofya Görünümleri ve 1848-49 Fossati Restorasyonu, Istanbul 2000, sayfa 65.

[4] Cumhuriyet Gazetesi, 21 Ekim 1935.

[5] Yunus Nadi, “Ayasofya’nın Mozayıkları: ilme Hürmet Lâzımdır!”, Cumhuriyet Gazetesi, 14 Kasım 1932, sayfa 1.

[6] Cumhuriyet Gazetesi, 9 Eylül 1934, sayfa 3.

[7] Cumhuriyet Gazetesi, 12 Kasım 1934, sayfa 2.

[8] Cumhuriyet Gazetesi, 21 Kasım 1934, sayfa 3.

[9] 24 Kasım 1934 tarih ve 2/1589 sayılı kararname.

[10] Times, 12 Mart 1935.

Tafsilat için bakınız;

Edhem Eldem, “Ayasofya: Kilise, Cami, Abide, Müze, Simge,” Toplumsal Tarih Dergisi, sayı 254 (Şubat, 2015), sayfa 83 ve devamı.

[11] Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de Islamlık, (Tercüme eden: Hayrullah Örs), Bilgi Yayınevi, Ankara 1972, sayfa 66. Devrin Milli Eğitim Bakanı Ismail Arar bu kitaba “önsöz” yazmıştır.

[12] Ilber Ortaylı, “Ayasofya’yı cami yaptık diye utanacak değiliz”, Hürriyet Gazetesi, 19 Aralık 2013.

Ortaylı, başka bir yerde de bu sözlerini tekrarlar:

“1934’te kasım ayı başında, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığındaki hükümet Ayasofya’yı müze yapma kararını aldı. Ayasofya’ya önce biz saygı duymalıyız.”

Bakınız; Ilber Ortaylı, Milliyet Gazetesi, 8 Haziran 2014.

Ortaylı, Ayasofya’nın Islam dünyasının bir numaralı camii iken müze haline getirildiğini “Türkiye’nin Yakın Tarihi” adlı kitabında da belirtmektedir; Timaş Yayınları, 17. Baskı, Istanbul 2014, sayfa 221.

[13] Ayın Tarihi, 1934 No: 11, sayfa 495-497.

[14] Hitler’s Table Talk 1941 – 1944 His Private Conversations, (Almanca’dan tercüme eden Norman Cameron ve R.H. Stevens) Enigma Books, New York City 2000, sayfa 607.

Almanca yayın için bakınız; Henry Picker, Hitlers Tischgespräche im Führerhauptquartier 1941–1942, Athenäum Yayınları, Bonn 1951.

[15] The Auckland Star Gazetesi, 24.11.1934.

[16] Harb Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 22, Ankara 1957, Belge 574.

[17] Ilhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968, sayfa 60-68.

[18] Hüseyin Hilmi Işık, Seadet-i Ebediye, Istanbul 1968 (6. Baskı), sayfa 976 ve devamı. Aktaran: Kadir Mısıroğlu, Osmanoğulları’nın Dramı, Sebil Yayınevi, 6′ıncı basım (ilk basım 1974), Istanbul 1992, sayfa 99.

Ayrıca bakınız;

Feridun Kandemir, Sultan Vahideddin’in Son Günleri, 2. Baskı, Yağmur Yayınları, Istanbul 2008, sayfa 25.

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Sürgündeki Hânedan: Osmanlı Ailesinin Çileli Asrı, 2. Baskı, Timaş Yayınları, Istanbul 2015, sayfa 401, 402.

Yavuz Bahadıroğlu, Osmanlı Demokrasi’sinden Türkiye Cumhuriyeti’ne, 8. Baskı, Nesil Yayınları, Istanbul 2010, sayfa 213.

[19] Ilhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968, sayfa 90, 91.

[20] Ömer Lütfi Barkan-Ekrem Hakkı Ayverdi, Istanbul Vakıfları Tahrir Defteri, sayfa 16, 1 nolu dipnot.

[21] Ibrahim Hakkı Konyalı, Tarih Sohbetleri, Yeni Asya Gazetesi, 1 Ekim 1974.

Ayrıntılı bilgi için bakınız;

[22] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-6/4; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: Mu-12/18-4/5; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 502.

[23] Resmi Gazete, sayı 2865, 27.11.1934.

[24] TBMM Zabıt Ceridesi, cild 25, Içtima 4, Inikat 7, sayfa 35. 24.11.1934. Kanun 2587.

[25] Anıtkabir Eski Komutanı Ali Güler, Hemşehrimiz Atatürk, sayfa 66-68.

[26] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Istanbul 1969, sayfa 569.

[27] Şerafettin Turan, Ismet Inönü Yaşamı Dönemi ve Kişiliği, Ankara 2000, sayfa 32-34.

[28] Orhan Dirik, Babam Kazım Dirik ve Ben, Istanbul 1998, sayfa 69.

[29] Sabiha Gökçen, Atatürk’ün Izinde Bir Ömür Böyle Geçti, (Yazan: Oktay Verel) Istanbul 1982, Fotoğraflar bölümünde.

[30] Yahya Kemal, Topkapı Sarayında Aziz Istanbul, sayfa 113-118.

[31] Ismet Bozdağ, “Camiden Müzeye Ayasofya”, Vakit Gazetesi, 28-29 Mayıs 1994.

[32] Ittihat Gazetesi, 13 Ocak 1970.

[33] Sebilürreşad, c. 5, sayı 125, sayfa 398; Eşref Edib, “Ayasofya Meselesinin Etrafındaki Esrar”, Bugün Gazetesi Armağanı, 29 Mayıs 1970, sayfa 10.

[34] Sedat Kumbaracılar, “Ayasofya’nın Levhaları”, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Şubat 1970, Yıl. 6, c. 1, sayı 1, sayfa 74.

[35] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, no 030 18 01 02 20 37 18.

[36] Nakleden: Cumhuriyet Gazetesi, 3 Ağustos 1931.

[37] Thomas Whittemore, Ayasofya Mozaikleri, Türk Tarih Kurumu Tarafından Yayınlanan Halil Edhem Hatıra Kitabı’ndan ayrı basım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1947, sayfa 199.

[38] Hüseyin Yılmaz, Ayasofya, Istanbul 1991, sayfa 38, 39.

[39] Hüseyin Yılmaz, Ayasofya, Istanbul 1991, sayfa 54-57, Çınar Dergisi, 1 Temmuz, 1997, sayfa 10.

[40] Semavi Eyice, tanıtım yazısı (Mango, Cyril, Materials for the Study of the Mosaics of St.Sophia at Istanbul /Istanbul’da Ayasofya’nın mozaiklerinin incelenmesi için malzeme), Belleten, c. XXVIII, Sayı 109-112, Ankara 1964, s. 779.

[41] Ziyad Ebuzziya, “Ezan Sesine Hasret Ayasofya”, Islam Mecmuası, Yıl 4, sayı 46, Haziran 1987, sayfa 17.

[42] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Icra Vekilleri Heyeti Kararı 1341/1925: 1880; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 1341: Defter II.6/2442.

[43] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Icra Vekilleri Heyeti Kararı 1927: 5230; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 1927: Mülahazat 2/1589.

[44] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Icra Vekilleri Heyeti Kararı 1931: 11195; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 1931: 18/149-51; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 500.

[45] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-6/3.

[46] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Icra Vekilleri Heyeti Kararı 1935: 2888; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 1935:143/133.

[47] Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 501.

[48] Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 501; Ziyad Ebuzziya, “Ezan Sesine Hasret Ayasofya”, Islam Mecmuası, Yıl 4, sayı 46, Haziran 1987, sayfa 17.

[49] Aziz Oğan, Türk Müzeciliğinin 100’üncü Yıldönümü, Istanbul 1947, sayfa 22, 23.

[50] Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 501; Ziyad Ebuzziya, “Ezan Sesine Hasret Ayasofya”, Islam Mecmuası, Yıl 4, sayı 46, Haziran 1987, sayfa 17.

[51] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-4/1; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 501.

[52] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-4/1-2; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 501; Nureddin Can, Eski Eserler ve Müzelerle Ilgili Kanun, Nizamname ve Emirler, Ankara 1947, sayfa 64, 65.

[53] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-4/2; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 500; Ilhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968, sayfa 98-99.

[54] Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 500.

[55] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, nr. 030-18-01/49-79-6; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-6/3; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 502; Ilhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968, sayfa 99.

[56] Ilhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968, sayfa 98-100.

[57] Komisyon raporları ve yazışmalar Ayasofya Müzesi’nde bulunmaktadır.

[58] Aziz Oğan’ın müzenin 1 Şubat 1935 tarihinde açılacağını belirten yazısı ve ayrıca Ayasofya Kütüphanesi, Ayasofya görevlileri ve müze biletleri hakkında bazı teklifleri.

[59] Zaman Gazetesi, 1 Şubat 1935.

[60] Cumhuriyet Gazetesi, 2 Şubat 1935.

[61] Ayasofya Müzesi’nde bulunan yazışma örneği.

[62] Ayasofya Müzesi’nde bulunan komisyon raporu örneği.

[63] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MU-12/A-4/1; Ziyad Ebuzziya, “Ezan Sesine Hasret Ayasofya”, Islam Mecmuası, Yıl 4, sayı 46, Haziran 1987, sayfa 18; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 502.

[64] Hüseyin Yılmaz, Ayasofya, Istanbul 1991, sayfa 80.

[65] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Dersaâdet Tafsili Defteri, nr. 963, sayfa 43; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: Mü-12/A-4/7,8,9; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 503.

[66] Ismail Kandemir, Ulu Mâbed Ayasofya, Istanbul 2004, sayfa 76.

[67] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi, 1934: MÜ-12/A-4/10,11.

[68] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Icra Vekilleri Heyeti Kararı 1935: 2888; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 1935:143/133.

[69] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, nr. 030-18-01-02/ 56-55-4; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 503.

[70] Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayır Işleri Dairesi Arşivi 1934: MÜ-12/A-4/7, 8,9; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 503.

[71] Doç. Dr. Said Öztürk, Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Yaşar Baş, Kiliseden Müzeye Ayasofya Camii, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, Istanbul 2006, sayfa 463.

[72] Azade Akar “Ayasofya’da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araştırma”, Vakıflar Dergisi, sayı 9, Ankara 1971, sayfa 284.

[73] Ibnülemin Mahmud Kemal Inal, Son Hattatlar, Istanbul 1955, sayfa 161.

Ayrıca bakınız;

Semavi Eyice, tanıtım yazısı (Mango, Cyril, Materials for the Study of the Mosaics of St.Sophia at Istanbul /Istanbul’da Ayasofya’nın mozaiklerinin incelenmesi için malzeme), Belleten, c. XXVIII, Sayı 109-112, Ankara 1964, sayfa 778; Semavi Eyice, “Ayasofya”, sayfa 209; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sayfa 503; Talip Mert, “Kazasker Mustafa Izzet Efendi”, M. Uğur Derman 65. Yaş Armağanı, Sabancı Üniversitesi, Istanbul 2000, sayfa 415.

– Ilhan Akçay, Ayasofya Camii, Ankara 1968, sayfa 91-93.

[74] Ibrahim Hakkı Konyalı, Tarih Sohbetleri, Yeni Asya Gazetesi, 2 Ekim 1974.

[75] Istanbul Ayasofya Müzesi Müdürü Erdem Yücel, Ayasofya Müzesi, Akbank Yayınları, İstanbul 1986, sayfa 33.

[76] Enis Tulça, Atatürk, Venizelos ve Bir Diplomat Enis Bey, Simurg Yayınları, 2. Baskı, Istanbul 2015, sayfa 56.

[77] Ismet Inönü, “Atatürk’ün Birkaç Hususiyeti”, The Financial Times “Londra” dan naklen 8 Şubat 1937 tarihli Ulus “Ankara”dan. Ayın Tarihi (Resmi Yayın), sayı: 39, 1-28 Şubat 1937, sayfa 498-501.

Makale, Ayın Tarihi’nden önce 5 Şubat 1937 tarihli Cumhuriyet ve 8 Şubat 1937 tarihli Ulus’ta yayınlanmıştır. The Financial Times’ın Türkiye Eki için hazırlanan makale, Ayın Tarihi ve Ulus’ta bu başlıkla, Cumhuriyet’te ise “Kemal Atatürk Türk Cumhuriyetini yaratan” başlığıyla yayınlanmıştır.

5 Şubat 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki aktarımda ise farklı bir Türkçe ile bu cümleler şöyle aktarılmıştır: “Atatürk hakkında bir yazı yazmaklığım teklif edilmiş bulunuyor. Bir bakıma göre ve Atatürk’ü yakından tanımak itibarile mevzu hakkında söz söylemem doğru ise de, bir muharrir olmadığım için, kaydi ihtirazî dermeyan etmekliğim lâzım geliyor.”

Ayrıca bakınız; Ismet Inönü, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri 1933 – 1938 (26.10.1933 – 03.12.1938), (Hazırlayan: Ilhan Turan), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları no 98, Ankara 2003, sayfa 269.

[78] Sultan Fatih’in Arapça Orijinal Vakfiyesi, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Kuyud-ı Kadime Arşivi, nr. 1074.

*********

Kadir Çandarlıoğlu

****

Alıntı: www.belgelerlegercektarih.co

ABD Başkanı Clinton’nun TBMM Konuşması

15 Kasım 1999

Değerli Meclis üyeleri, 
Benim ve ailem için ve delegasyonumuz için, bu Meclisin önünde bulunmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum ki, bu, Türk egemenliğinin temsili olan bir Meclistir ki, arkamda yazılı kelimelerin de belirttiği gibi, bu “Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir.”  

Amerika’nın dayanışma hislerini iletmeye geldim. Ulusal bir trajedi sırasında, ortaklığımızın ve stratejimizin önemini belirtmek için geldim. Uzun süreden beri dostuz. 

1863 yılında, Amerika Birleşik Devletleri dışındaki ilk Amerikan koleji -Robert Kolej- kapılarını Türkiye’nin gençlerine açtı; Boğaziçi kenarında bulunmasına izin verilen tek yabancı enstitü idi. Bunun kesin sebebi, Amerika’nın, Türk egemenliğine hiçbir zaman tecavüz etmemiş olmasıydı. Başlangıcını ülkelerimize borçlu olan bu okuldan Sayın Ecevit’in mezun olmuş bulunmasından gurur duyuyorum. 

Bu yüzyılın başlarında, Türkiye Cumhuriyetinin büyük kurucusu Kemal Atatürk, Amerika’nın hayallerini, cesur reformlarıyla yakaladı; Kendisine, İkinci George Washington adı verilmişti, Time Mecmuasının kapağında yer aldı, Kongre üyelerimizle yazışmalarda bulundu ve biz de, sefaretimizi, buraya, Ankara’ya, Anadolu’nun kalbindeki bu şehre taşıdık. 1927’de, altı gün süren konuşmasında, bu Meclis önünde, Atatürk, Türkiye’nin dünya ülkeleriyle olan ilişkilerini değerlendirirken, bence, Amerika’ya bir kompliman yaptı ve “diğerlerine nazaran, Amerika Birleşik Devletleri, daha kabul edilir bir ülkedir” dedi. 

Sizlere, hâlâ daha nazaran, daha kabul edilir olmak için, daha kısa bir konuşma yapacağım; ama, Türkiye ile ilişkilerimizi gözden geçirmek isterim. Soğuk savaşın başlangıcında, Başkan Truman, Türkiye’nin bütünlüğünü korumak için, Amerika’nın kaynaklarını seferber edeceğini ilan etti. Truman doktrini, ilişkimizi kaynaştırdı ve Amerika’nın soğuk savaş sonrası ilişkilerinin temelini oluşturdu. 50 yılı aşkın bir süredir, müttefikliğimiz, zamanın karşısında kuvvetli durmuş ve Kore’den Kosova’ya kadar bütün imtihanları geçmiştir. Bütün Amerikalılar adına, yarım yüzyıllık dostluk, güven ve karşılıklı saygıdan dolayı, sizlere teşekkür ediyorum. 

Soğuk savaş sona erdikten sonra, mükemmel bir şeyi keşfettik. Basitçe, ilişkilerimizin, Sovyetler Birliğiyle karşı karşıya olduğumuz zamandaki kadar önemli olmadığını ve aslında, soğuksavaş sonrasında, ortaklığımızın çok daha önemli olduğunun farkına vardık. Birlikte, NATO’yu, 21 inci Yüzyılın taleplerine adapte ediyoruz; Balkanlarda ve Ortadoğuda barış için ortaklık yapıyoruz; tüm bölgeye yardımcı olacak yeni enerji kaynakları geliştiriyoruz. Geçen yılki ticaretimiz 6 milyar doların üzerindeydi; son beş yılda, ticaretimiz, yüzde 50’den fazla artmıştır.

Eski Cumhurbaşkanınız Turgut Özal’ın vizyonu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Ecevit’in devam eden liderliği ve Türk insanının dinamizmi sayesinde, Türkiye, bölgesel büyümenin motoru haline gelmiştir.

Önümüzdeki aylarda, çoğu enerji sektöründe olan, Türkiye’ye yeni iş imkânları getiren ve ülkelerimizi daha da yaklaştıran, milyarlarca dolar değerinde yeni projeleri birlikte başlatacağız. 

Bu Meclis, Türkiye’yi yeni yüzyıla götürmek için, halihazırda cesur adımlar atmıştır. Amerikan basınının bunu iyi dinlemesini istiyorum: Haziran ve eylül ayları arasında, bu Meclis, olağanüstü 69 yeni kanun geçirdi -bunu, eve dönünce, bizim Kongremize de anlatacağım- ama, şunu da anlıyorum; sadece sayısı değil, önemli olan, bu kanunların kalitesidir. Sosyal güvenlik konusunda dönüm noktasında olacak bir yasa, Uluslararası Tahkim Kanunu, bankacılık reformu; bu kanunlar cesaret ve vizyon gerektirmiştir. Anladığım kadarıyla, şimdi de, aynı cesaret ve vizyonu gerektiren zor bir bütçe kararıyla karşı karşıyasınız. Sağlam bir bütçe geçirebilirseniz, bu, ekonominizi güçlendirecektir ve Amerika Birleşik Devletlerinin kuvvetli bir şekilde desteklediği IMF Stand-by anlaşması beklentisini ilerletecektir.

Yeni binyılın başlangıcında, farklı geçmişlerden, bugün kutladığımız, birbirimize yaklaşmaya giden yolculuğumuza yansıyacak ender bir şans doğmuştur. Yeni binyıla girerken ortaklığımızı daha da geliştirmeliyiz

Bugün, hepimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün sayesinde buradayız. Çünkü, kendisi, Ankara’yı başkent olarak seçti; sadece Ankara’yı başkent olarak seçtiği için değil ve Türkiye’nin geleceğinin, bu gururlu Meclisin sembolize ettiği demokrasiye bağlılığını sağladığı için. Yaptıklarının çoğunu, Batılı güçlerden destek almadan, hatta onların muhalefeti karşısında, onlar Türkiye’yi parçalamaya çalışıp küçük bir ülke haline getirmeye çalışırken yaptıklarını hatırladıkça, kendisinin büyüklüğünü bir kez daha anlıyor ve etkileniyorum. Ancak, bunlara rağmen, kendisi, Türkiye’yi içine kapamayıp, dünyaya açtığını da göz önüne alınca, büyüklüğü gözümde daha da artıyor.

İyi veya kötü, o zamanların olayları, Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve yeni Türkiye’nin yükselmesiyle, bu yüzyılın tüm tarihini şekillendirdi. O imparatorluğun yıkıntılarından, Bulgaristan’dan Arnavutluk’a, İsrail’e, Arabistan’a ve Türkiye’nin kendisine kadar, yeni uluslar ve yeni ümitler doğdu; ancak, eski düşmanlıkların kaybolması zor oluyor. Sınırların değiştirilmesi ve gerçekleşmeyen iddiaların karışımından bir asır süren çelişkiler oluştu; bunlar, Birinci Balkan Savası ve Birinci Dünya Savaşıyla başladı, Ortadoğu ve eski Yugoslavya’da bugünkü çelişkilere kadar uzadı.

20 nci Yüzyılı anlamak için, Türkiye’nin tarihi, bir anahtardır; ancak, ben inanıyorum ki, Türkiye’nin geleceği, önümüzdeki binyılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de son derece önemli bir rol oynayacaktır. Bugün, birkaç dakika ayırarak, buna neden böyle inandığımı anlatmak istiyorum. İnsanlar, harita çizebilmeye başladıklarından bu yana, Türkiye’nin coğrafyasının sabit gerçeklerine dikkat çekmişlerdir ki, Anadolu, kıtalar arasında bir köprüdür; Boğazın en yakın noktasında, 1 kilometreden kısa bir mesafe Avrupa ile Asya’yı ayırır. Sizlerin inşa ettiğiniz köprüler, Türkiye’yi her gün daha da saran ticaret ve dünyanın tüm bölgelerine anında bağlayan haberleşme devrimi sayesinde, aslında, kıtalar arasında ayırım da kalmamıştır. Türkiye’nin Doğu ile Batı’yı birleştirebilmesindeki başarısı, bu coğrafyayı göz önüne alınca, daha da önem kazanmaktadır. 

Yaklaşık, tümü, demokrasi ve barışa aktif düşmanlık içerisinde olan veya demokrasi ve barışı sağlayabilmek için büyük engellerle mücadele eden komşular tarafından etrafınız kuşanmıştır. Güneydoğuda İran, kapalı ve açık bir toplum savunucuları arasında olağanüstü tartışmalara şahit olurken, Irak, kendi halkına kendi baskı yapmaya, komşularını tehdite ve toplu imha silahları arayışına devam ediyor.

Kuzey Irak’taki Çekiç Güç operasyonundaki desteğinizden dolayı size teşekkür ediyorum. Bu, Kuzey Irak’taki insanları korumamıza, Saddam’ın baskısını azaltmamıza ve cesurca karşılaştığınız 1991 yılındaki mülteci krizinin yeniden yaşanmasına mâni olmaktadır.

Adil, detaylı bir barış kurabilmek için çok iyi bir imkân doğmuştur. Türkiye, İsrail ve Arap ülkelerine bağlantılarından dolayı, barış için bir güçtür. Kuzeybatıdaki Balkanlarda son on senede yedi yeni demokrasi doğmuştur ve dört savaş yüzbinlerce masum hayata mal olmuştur. NATO bünyesindeki Türk güçleri bu savaşların sona ermesine yardımcı olmuştur ve bu sayede, yüzyılın insan hakları ve insan itibarına olan güçlü bağlarını sergileyerek son bulmasını sağlamıştır. Bugün, kalıcı barış için el ele çalışıyoruz; sadece etnik temizliği ortadan kaldırmaya değil, Balkanlara huzur ve refah getirmeye çalışıyoruz.

Doğuda Sovyetler İmparatorluğunun harabelerinden 12 tane bağımsız devlet ortaya çıktı. Dünyada, şu anda, özellikle onların sağlam ve demokratik toplumlar haline gelmelerine yardım etmekten daha büyük bir görev yoktur. Bu görevde, aynı şekilde, Türkiye, özellikle aynı dil, tarih ve kültürü taşıyan devletlere ulaşmakta hep önder olmuştur; fakat, hâlâ yapılacak çok şey var. Rusya’nın önemli demokratik devrimini tamamlamasına yardımcı olmalıyız. Rusya’ya, terörizmle verdiği savaşın doğru olduğunu; fakat, sivillere karşı kaba kuvvet kullanmanın yanlış olduğunu, bunun, Rusya’nın çözmeye çalıştığı sorunları daha da ciddî hale getireceğini anlatmalıyız.

Dağlık Karabağ’daki sorunların çözümü için uğraşmalıyız. Bölgenin enerji kaynaklarını, yeni kurulmuş bağımsız devletlerin kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak ve Türkiye ile Avrupa’nın büyümesine yardımcı olacak şekilde güvenlik altına almalıyız. Tüm bu zorlukları, dünya milletlerinin neredeyse üçte birinin bu hafta İstanbul’da katılacağı AGİT zirvesinde konuşma şansı bulacağız.

Geriye baktığımızda ve gelecek nesillere baktığımızda iki değişik istikbal hayal etmek mümkün; fazla zorlanmadan, bir pesimist kişi karanlık bir gelecek görebilir: Barış yolları parçalanmış bir Ortadoğu, Saddam’ın kontrol altına alınmayan saldırganlığı, Ortaasya ve Kafkaslarda yıkılmış demokrasiler, bölgede yayılan aşırı uçlaşma ve terörizm, Balkanlarda yükselen şiddet, Pakistan ve Hindistan’da önlenemeyen bir nükleer gerginlik; ancak, bir de farklı bir vizyon var ki, bu da, güçlü bir Türkiye’yi gerektiren, dünyanın yol kesişiminde üç büyük inancın birleştiği, haklı rolünü oynayan Türkiye ile zenginliğin yükseldiği ve çatışmaların azaldığı bir gelecek; toleransın, inancın bir parçası olduğunu ve terörizmin saçma bir inanç olduğuna inanılan bir gelecek; insanların inançları doğrultusunda hareket edebileceği ve geçmişlerini ilan edebilecekleri, kadınların eşit saygı gördüğü, milletlerin geleneklerini korumak ve dünyadaki yaşama ayak uydurmak arasında ayrıcalık görmediği bir gelecek; farklılıklarımızı ve insanlığımızı koruyan, insan haklarına saygının arttığı bir gelecek ve özellikle, çoğunluğu Müslüman olan milletlerin, Müslüman olmayan milletlerle ortaklığının arttığı, insanların küçük ya da büyük ümitlerini yerine getirmek için beraber çalışılan bir gelecek. 

Ümit ediyorum ki, gelecekte bir Amerikan devlet başkanı Müslüman kültürü olan bir ulusa hitap ederken, birbirinden çok değişik üç ülke olan Endonezya, Nijerya, Fas’ın ilerlemelerinin hepimize eskimiş uygarlıkların çatışması sorununu unutmamızı sağladığını söyleyebilsin. Atatürk’ün 75 yıl  önce söylediği gibi “ülkeler değişebilir; fakat, uygarlıklar bir bütündür.” Başkan Kennedy de aynı şeyi söylemişti Berlin’de “özgürlükler bülünemez” derken…

Bütün bunlar doğrultusunda, bölgede ve dünyada milyarlarca insanın geleceği, bu odadaki 25 yıl boyunca alınacak kararlara bağlı. Bu insanların hepsinin, Türkiye’nin kendini güçlü, laik, eleneklerine saygılı, geçmişinden gurur duyan; ama, Avrupa’nın da tam bir parçası olan bir ülke haline gelmesinden çıkarları var. Bu, çok çalışma, vizyon isteyen bir görev; ama zaten çoğunu yaptınız; Özal’ın reformları, bu Meclis’in kararları ve Türk insanının her gün binlerce yoldan enerji dolu ve sorumlu bir sivil toplum olma çabası.

Beraber yaratmak istediğimiz gelecek, Türkiye’nin evindeki demokrasiyi derinleştirmesiyle başlıyor. Bu ilerlemeyi Türk insanından daha fazla kimse istemez. Birleşme başlattınız; işkenceye karşı emirlerle, politik partilerin haklarını koruyan yeni bir yasayla, Meclisin yaptıkları ve dinamizmle. Türkiye’deki Kürt vatandaşların doğuştan hakları olan normal bir hayatı yakalayabilmeleri için yollar açılıyor; fakat, hakkında ülkelerimizin ilk kez yakın temas kurduğu 50 sene öncesinden bahsedilen Evrensel İnsan Hakları Deklarasyonunun söz verdiklerini yakalayabilmek için daha yapılacak çok şeyler var. Bu ilerleme, yeni yüzyıla girerken, Türkiye’nin inancının ve başarısının en büyük göstergesi olacak.

Herkesten daha net olarak, en çok, en net olarak, Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusunun söylediği şu sözlere katılıyoruz: “Egemenlik, korku üzerine kurulmamalıdır.” Amerika’nın, Avrupa’nın veya herhangi birinin sizin geleceğinize yön vermeye hakkı yoktur. Bu hakka sadece siz sahipsiniz. Demokrasi, bu demektir. Bu konular üzerinde durmamızın sebebi, bahsettiğim sebeplerden dolayı, Türkiye’nin başarısında derin bir çıkarımız olmasıdır. Biz kendimizi, sizin dostunuz olarak görüyoruz. 

Şunu da hatırlayınız ki, benim geldiğim ülkede herkesin eşit yaratıldığı inancı vardır; ama, bizde de kölelik vardı, kadınlar oy kullanamıyordu ve ben, realizasyonun mükemmel olmayan şekillerini de biliyorum. Biz de Amerika’da uzun bir süreçten geçtik; ancak, bu seyahat, değer bir seyahat olmuştur.

Sorunlu yüzyılımızdan aldığımız ders odur ki, yazarlar ve gazeteciler kendilerini özgürce ifade ettiklerinde, sadece temel haklarından birini kullanmakla kalmayıp ekonomik kalkınma için önemli olan fikir alışverişini de körüklemektedirler. Böylelikle barış korunur. İnsanlardaki normal olan farklılıklardan söz etmenin barışçı yolları sağlandıkça, barış sürdürülebilir. İnsanlar kültürlerini ve inançlarını başkalarının haklarına mâni olmadan kutlayabildikleri sürece, ılımlar, aşırı uç haline gelmezler.

Geleceği belirlemenin ikinci bir yolu da, Ege bölgesindeki gerginliği azaltmaktır. Bunun yapılabilmesi için, Türkiye ve Yunanistan’ın çok çalışması gerekmektedir. Bu zorlu ilişkideki derin tarihi, inanın bana, anlayabiliyorum; fakat, insanlar, yeni ve daha iyi bir tarihin yaratabileceği imkânları görmeye başlıyorlar. Başbakan Ecevit’in Hükümeti, bu yolda önemli atılımlar yaptı. Kendisinin, bana önceden söylediği bir şeye katılıyorum. Sizi ayrı tutan bir tarih ve coğrafya kadar, sizi birleştiren bir tarih ve coğrafya da var Ege’de. Yunanistan da barış için riske atılıyor ve daha önce hiç olmadığı kadar, Türkiye’nin geleceğinin Avrupa’da yattığını anlıyor. Balkanlardaki dengeyi sağlamak için birleştiniz ki, Türkiye veya Amerika’ya nazaran, onlar için çok daha zordu bu atılım. İki milletin insanları, ağustostaki deprem trajedisinde ve tekrar, geçen haftaki korkunç depremde birleştiler. Bu depremlerde bir yakınını veya evini kaybeden her insanın bildiği gibi, bunlar, Türk veya 
Yunan trajedileri değil, insanlık trajedisiydiler ve dünya, bu iki milletin birbirine karşı sergilediği insancıl davranışı asla unutmayacaktır. Kıbrıs’ta adil bir anlaşmanın sağlanması için de beraber çalışmalıyız. İki tarafın, dün, Genel Sekreter Annan’ın davetini kabul etmelerini de sevinçle karşıladım. Amaçları, Kıbrıs sorununun toptan çözümü hakkında anlamlı görüşmelerin tabanını hazırlamaktır. Ümit ediyorum ki, bu görüşmeler, bizleri kalıcı barışa bir adım daha yaklaştırsın. İnanıyorum ki, görüşmelerin sonucu ulaşılmış bir çözüm, iki tarafın da temel isteklerini yerine getirmenin yoludur.

Son olarak, beraber yaratmak istediğimiz gelecek için, Avrupa’daki yandaşlarımız tarafından öngörüye ihtiyacımız var; bölünmez, demokratik ve tarihte ilk kez barış içerisinde olan Avrupa vizyonumuzun Türkiye’yi kucaklamadan gerçekleşmeyeceği öngörüsü. 

Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Topluluğunun bir üyesi değildir; fakat, ben, devamlı, Avrupa’nın bütünleşmesinin daha hızlı ve daha ileri gitmesini destekledim ve bu, Türkiye’yi de kapsar. Hâlâ Avrupa’ya dar bir görüşle bakanlar var. Onların Avrupa’ları, şu dağlarda veya şu su kütlesinde veya daha da kötüsü, insanların Tanrı’ya daha değişik şekilde ibadet etmeye başladıkları yerlerde bitebiliyor; fakat, büyüyen ve ümit saçan bir topluluk, Avrupa’nın, bir yer olduğu kadar, bir fikir olduğunu da kabul ediyor. Bu fikir, insanların, farklılıktan -fikir, kültür ve inanç farklılığından- güç alabileceğidir. Bunda, demokrasi ve insan haklarının önemi büyüktür. Genelde, Batı dediğimiz, nitelendirdiğimiz bu topluluk, eğer bir fikir ise, bunun kararlaştırılmış bir doğu sınırı yoktur;özgürlüğün gittiği yere kadar uzanabilir.

10 yıl önce, bu ay, Berlin Duvarı yıkıldı; Avrupa’nın üzerinden bir perde kalktı. Bu yıldönümünü en iyi kutlamanın yolu, bu özgürlük hissini yeni nesle hissettirmektir. 1989 yılında, gözümüze ilişen, birleşmeyi tamamlamanın en iyi yolu, tüm güneydoğu Avrupa’nın, Avrupa fikrine ve birliğine dahil etmektir. Bu, Sırbistan’da demokrasi demektir; bu, Ege’ de barış demektir; bu, Avrupa Birliğine tam olarak kabul edilen, başarılı ve demokratik bir Türkiye demektir. 

Bu binyılın başında, o kadar ümitlerimiz var, gurur duyacağımız çok şeyler var; fakat, asla unutmamalıyız ki, Türkiye, bir zamanlar en az bizim kadar optimist olan birçok uygarlığın harabeleri üzerine kurulmuştur. Onların uğradığı sona uğramamak için, ümitlerimizi ve sözlerimizi, elle tutulur eylemlerle desteklemeliyiz; hâlâ önümüzde bulunan zorlukları görmeliyiz ve tarihe dönüşen şu yüzyılda, bize, her şeyi veren güvenimizi kaybetmemeliyiz.

Türkiye, birçok engeli aşarak, kısa zamanda çok ilerledi. Sadece 61 yıl evvel, bu hafta, Atatürk vefat etmişti. O zamanlar, Başbakan Ecevit, vefat etmiş bir öndere saygılarını sunmak için Saraya gelen okullu çocuklardan biriydi. Sizler, hepiniz, onun, sonlara doğru, bencillikten tamamen uzak olarak, bir nesilden diğerine ve her yeni nesile tavsiyelerini emretmek gibi, kendisi için düşünmeye devam eden, düşüncelerini daima tartarak gözden geçiren ve demokrasiyi şekillendiren gençlersiniz.

Türkiye’nin bu yüzyılda yarattıkları, insanların kendilerine daha güzel bir gelecek hazırlama yolunda yapabileceklerinin canlı bir örneğidir. Önümüzde imtihan edilmemiş yeni bir yüzyıl bulunmaktadır; bu, büyük bir fırsattır. Bu odada başlayan ve halen yükselmekte olan demokratik devrimi derinleştirerek, Türkiye, vatandaşlarına iyi hizmet etmekten daha da fazlasını yapabilir. Sizin örneğinizle ve sizin çabanızla, Türkiye, dünyanın ilham kaynağı olabilir.

Teşekkür ediyorum. 

CHP’nin 1950’den Sonraki Seçim Serüveni

Muzaffer Deligöz-Gazeteci/Yazar

Atatürk tarafından kurulmuş olan CHP,  1946 seçimlerine kadar karşısında ciddi bir rakip olmadan geldi. Zaten o günlere kadar parti; hem devlet, hem siyaset, hem de kültür alanında tek söz sahibi ve karar verici idi. Devletin Valileri, bulundukları şehrin hem Belediye Başkanı hem de CHP İl Başkanı idiler. Parti ve Devletin bu derece iç içe geçtiği bu zamanda; Siyasi Parti, Demokratik nizam veya Serbest seçimler gibi  mefhumlar, Devlet Başkanından halkın en aşağıdaki ferdine kadar bir mana ifade etmeyen söylemler idi. Partinin Başkanları “Ebedi Şef” veya “Milli Şef” olarak nitelendirilerek; her şeyin hakimi idiler.

1937 yılında Giresun Valisinin makam aracında CHP İl Başkanı olduğu için “altı ok’ simgesi var

Ancak Dünya durmuyor, devamlı değişiyordu. 1945 lere gelindiğinde, yoğunlaşan dış baskılara karşı duramayan “Milli Şef”,  kendi partisinden bazı kişilere muhalefet yapmak üzere bir siyasi parti kurdurmak zorunda kaldı. 7 Ocak 1946’da Celâl Bayar genel başkanlığında Demokrat Parti (DP) kuruldu. Ve DP millete sahip çıktı. Bunu kendisi için kurtuluş vesilesi yapmak isteyen millet, 21 Temmuz 1946 seçimlerinde öyle bir davranış sergiledi ki; göstermelik partinin yöneticileri dahi artık bu işin ciddiye alınması gerektiğini anladılar.. Bu sebepledir ki, 1950 seçimlerinde; “Milletin Makus talihini yenen”, “Galip Kumandan”, “Devletin Kurucusu” ve “Milli Şef” iktidarı halkın arzularına teslim etmek zorunda kaldı.

İsmet İnönu, Kurultay’da konuşurken

21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan genel seçimlerde DP’nin 64 ve bağımsızların 6 sandalyesine karşı 395 sandalye kazanan CHP, TBMM’de % 85 oranında çoğunluk elde etti. Seçimler yargı denetiminde yapılmazken, oylar açık biçimde kullanıldı ve gizli biçimde sayıldı. Söz konusu seçim, bu usulsüzlüklerden dolayı “şaibeli seçim” olarak da anıldı.

14 Mayıs 1950 günü Türkiye tarihinde yepyeni bir devir başlıyordu. 1946’da kurulan DP yapılan genel seçimlerde büyük çoğunlukla iktidarı CHP’den aldı. Demokrat Parti yurt genelinde %53 oy almıştı. CHP’nin oyları %39’u buluyordu. DP’nin kazandığı 408 sandalyeye karşı CHP ancak 69 sandalye kazanabildi. 27 sene boyunca ülkeyi tek başına idare eden CHP serbest seçim yoluyla iktidarı DP’ye teslim ediyordu. Atatürk’ten sonra 11,5 yıldır cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü artık muhalefet lideriydi.

Eylül 1951 ara seçimlerinde DP 20 milletvekilliğinin 18’ini kazandı.

29 Haziran 1950’deki CHP 8. Kurultayında genel sekreter seçimi yetkisi kurultay delegelerine bırakılmış, parti meclisi üye sayısı da hepsi kurultay tarafından seçilen 30 üyeye indirilmiştir. Yapılan seçimler sonunda İsmet İnönü Genel Başkan, “çarıklı politikacı” lakabıyla anılan Kasım Gülek ise Genel Sekreter seçilmiştir.

26 Kasım 1951’de toplanan CHP 9. Kurultayında İsmet İnönü yeniden Genel Başkanlığa, Kasım Gülek de Genel Sekreterliğe seçildi.

1953’te CHP’nin malları hazineye devredildi. Bu karara karşı CHP lideri İsmet İnönü TBMM’de Demokrat Partililere şöyle seslendi: Işıktan korkuyorsunuz.

22 Haziran 1953’te toplanan CHP 10. Kurultayında parti programında ilk kez “Hukuk Devleti” kavramına yer verildi, iki meclisli bir sisteme geçilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, işçilere grev hakkı gibi görüşler programa girdi. Kurultay sonunda yapılan seçimlerde İnönü tekrar Genel Başkanlığa, Kasım Gülek de Genel Sekreterliğe seçildi.

2 Mayıs 1954 seçimlerinde CHP seçimi kaybetti. DP oyların %57,5’ini alarak 502 milletvekilliği kazanırken CHP %35 oy alıyor ve 31 milletvekilliği kazanıyordu.1954 yenilgisi CHP’yi karıştırdı. 26 Temmuz’daki CHP 11. Kurultayında; Genel Başkan ve Genel Sekreter ile 30 kişilik parti meclisinin kurultayca seçilmesini kararlaştırdı. Kurultay, İnönü’yü Genel Başkanlığa, Gülek’i de Genel Sekreterliğe yeniden seçti.

21 Mayıs 1956’da CHP 12. Kurultayı yapıldı. İsmet İnönü, 1021 delegenin 1020’sinin oyunu alarak tekrar Genel Başkan, Kasım Gülek de 972 oydan 880’ini alarak tekrar Genel Sekreter seçildi.

9 Eylül 1957’de yapılan CHP’nin 13. Kurultayı, üç muhalefet partisinin iş birliğini kabul etti. Kongreye, muhalefetteki Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi temsilcileri de katıldılar. İnönü 920 oy alarak Genel Başkanlığa, Gülek de 837 oy alarak Genel Sekreterliğe tekrar seçildi. Ancak DP İktidarı seçimler öncesinde çıkardığı bir kanunla seçim iş birliği yapılmasını engelledi.

27 Ekim 1957 Milletvekilliği genel seçimi CHP için önemli bir dönüm noktasıdır. Seçim sonuçlarına göre DP %47.9 oyla 424, CHP ise %41.1 oy oranıyla 178 milletvekilliği kazanmıştı. Demokrat Parti ilk defa halkın mutlak çoğunluğundan az oyla iktidardaydı. CHP tam 18 ilde tam liste halinde seçimleri kazandı. Bazı illerde CHP oyları diğer küçük partilerle birleştiğinde DP önemli farkla geride kalıyordu. İttifak CHP yaramıştı. 31 olan milletvekili sayısını yaklaşık 6 katına çıkarak 178 milletvekilliği kazanması ve %35 olan oy oranını %41’e yükseltmesi 1957 seçimlerinde CHP’nin önemli bir başarısı olmuştur. Bu seçim halkın DP’ye karşı en ciddi uyarısı olmuştu.

12 Ocak 1959’da başlayan CHP 14. Kurultayı, “iktidara yürüyen parti” havasında gerçekleştirildi ve burada “düzen değişikliği programı” niteliğindeki “İlk Hedefler Beyannamesi” kabul edildi. Bildirgeye göre demokratik kurumların kurulması ve “hukuk devleti olunması” öngörülüyordu. Ayrıca, “işçi haklarından” da söz edilmekteydi.

İnönü ve Gülek, tekrar Genel Başkanlığa ve Genel Sekreterliğe seçildiler. 17 Ocak 1959’da Başbakan Adnan Menderes’i Londra’ya götüren Vickers Viscount 793 tipi “TC-SEV” uçağı Gatwick Havalimanı yakınlarında düştü. 6 yolcu ve mürettebatın yaralı olarak kurtulduğu kazada başbakan Adnan Menderes‘in ayağı sıkışmıştı fakat daha sonra Sakarya milletvekili Rifat Kadızade Başbakanı kurtardı. Bu olay iktidar ile ana muhalefet arasında geçici bir süre için de olsa yumuşama sağladı.

28 Eylül 1959’da Kasım Gülek Genel Sekreterlikten istifa etti, yerine İsmail Rüştü Aksal Genel Sekreter oldu.

CHP’liler 1959 bahar aylarında Batı Anadolu illerini kapsayan ve Büyük Taarruz adı verilen bir seçim kampanyası başlattılar. Ülke ise büyük bir gerginlik içindeydi. Bu geziler sırasında İnönü, Uşak’ta taşlı saldırıya uğradı. Devlet güçleri olaya müdahale etmediler. Siyasette CHP-DP kavgası gitgide su üstüne çıkıyordu. 1960 yılı başlarında basına uygulanan sansür de artmıştı. CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi kapatılmıştı. 2 Nisan 1960’ta Kayseri’ye giden İnönü’nün treni durduruldu. İsmet Paşa kurulan barikatları elleriyle yararak şehre ulaştı ve kendisini Kayseri’de 50 bin kişi karşıladı. 1960 yılının Nisan ayında DP Meclis Tahkikat Encümeni‘ni kurdu. 18 Nisan günü İsmet İnönü, TBMM’de Tahkikat Komisyonu hakkında tarihi bir konuşma yaptı ve Demokrat Partililere “Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır.” dedi. İsmet Paşa’nın bu sözlerine tepki olarak CHP lideri 12 oturum TBMM toplantılarından uzaklaştırıldı. Bunun üzerine tepki gösteren CHP Grubu meclisten polis zoruyla uzaklaştırıldı. 28-30 Nisan’da, İstanbul ve Ankara’da hükûmete karşı öğrenci olayları yapıldı, ölenler oldu. İki kentte de sıkıyönetim ilan edildi. Menderes olaylardan CHP ve İnönü’yü sorumlu tuttu. 3 Mayıs’ta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel hükûmeti bir mektupla uyardı.

DP; milleti memnun edeyim, devleti geri kalmışlıktan kurtarayım derken, bürokratları ve askerleri unuttu. CHP zamanı zaten bir bürokrat ve asker yönetimi idi. DP‘nin bunu unutmuş olması, Onların CHP sevgisiyle ve özlemiyle büyümesine sebep oldu. Çok söylenilen “Hükûmet oldular ama iktidar olamadılar” sözü bu sebeple bir gerçek oldu. DP iktidarı 1954 seçimlerinden sonra ülkede beklenen başarılı çalışmaları yapamadı. Ekonomi gitgide daha fazla darboğaza giriyordu. Dış borçlar ülkenin sırtına yeni yükler bindiriyordu.

1950 den 1960’a gelindiğinde; CHP yapılan 3 seçimi de kazanamamış ama, bürokrasinin ve ordunun yardımıyla her arzusunu yaptırabilen bir parti olmuştu. Bunu kullanarak iktidar özlemini seçim dışında aradı ve  Asker-Profesör-bürokrat ittifakının yardımı ile 60 askeri İhtilalinin yapılmasını sağladı. Bu hareket CHP nin beklediği gibi İnönü’yü iktidara taşıdı.

CHP,  Askerlerin baskısı altında yapılan 1961 seçimlerinde AP yi  2 puan geçerek %36.74 ile iktidarı aldı ise de, askerlerin olmadığı müteakip ilk seçimde millet yine CHP yi iktidardan indirdi.

1965 seçimlerinde CHP nin oyları % 28,75 düştü. AP ise, %52,87 yükseldi.

1969 seçimleri AP yi iktidardan indiremedi. AP: % 46,55, CHP ise % 27,37 oldu.

1972 de CHP Genel Sekreteri Ecevit Genel Başkan İnönü ile anlaşamayınca istifasını verdi., İnönü, V. Olağanüstü Kurultay’ı toplama kararı aldı. Maksadı il ve ilçe kongrelerini birer birer kazanan Ecevit’i Kurultay’da yenmekti. 6 Mayıs 1972 günü Genel Başkan İsmet İnönü ve Bülent Ecevit karşı karşıya geldi. İnönü açılış konuşmasında açık konuşarak “Ya ben ya Bülent” dedi ve kararı partiye bıraktı. Ecevit de taviz vermez şekilde cevap verince oylama beklenmeye başlandı. 7 Mayıs günü yapılan oylama sonucunda Ecevit’in parti meclisi listesi 709 oyla güvenoyu aldı. İnönü 507 oyda kalmıştı. Sonuç açıktı; CHP’de İnönü devri kapanmıştı. 33 yıldır Genel Başkan olarak CHP’yi yöneten İsmet İnönü, Toplanan V. Olağanüstü Kurultay’da, politikasının onaylanmaması üzerine 8 Mayıs 1972’de CHP genel başkanlığından ayrıldı. Daha önce “Ölünceye kadar CHP’li kalacağım” diyen Paşa, 5 Kasım 1972’de CHP’den de istifa etti.

Bülent Ecevit dönemi (1972-1980)

14 Mayıs 1972 günü yapılan genel başkanlık seçimi özel kurultayında 51 il başkanının adayı Bülent Ecevit 913 delegeden 828’inin oyuyla Atatürk ve İnönü’den sonra CHP’nin III. Genel Başkanı seçildi

1973 seçimlerinde milletin Demirel ve ekibinden bıkkınlığını, CHP nin başındaki Ecevit,  “Karaoğlan” imajı ile çok güzel kullandı. CHP: %33.29 AP: %29,82. Bu seçimde AP nin oyları DP, MSP, MHP ve MP arasında bölüşüldü.

Artık Türk siyasi hayatında gerçekten çok partili ve renkli dönem başlamış oldu. Özellikle Erbakan’ın siyasete gelmesi ile..

Bülent Ecevit 26 Ocak 1974’te Millî Görüş fikrinin temsilcisi Necmettin Erbakan‘la Cumhuriyet Halk Partisi-Millî Selamet Partisi (MSP) koalisyon hükûmetini kurdu.18 Eylül 1974’te CHP-MSP hükûmeti istifasını verdi.

1977 seçimlerinde; eski CHP olmaktan çıktığı imajını güzel işleyen Ecevit’in, Kıbrıs Harekatını da kullanması sonucu CHP % 41,39 ile birinci parti oldu.  MSP, MHP ve DP nin oyları bölmesine karşın yine de AP  % 36,89 ile 2. Parti oldu.  Gerçi bu seçimde CHP ye gidebilecek oyları da CGP, TBP ve TİP bölmüştü.

1982 de askerler tarafından gerçekleştirilen 12 Eylül darbesiyle CHP ve AP kapatıldılar. Böylece Atatürk’ün 1923 de kuruduğu CHP,  59 yıl sonra “Atatürk’ün İzinde” ki askerler tarafından kapatılmış ve bütün mal varlığı Devlete aktarılmış oldu.

Askeri yönetim,  6.Kasım.1983 tarihinde yapılacak seçimlere CHP nin devamı kabul edilen SODEP ‘i de veto ederek seçime iştirak ettirmedi.

6 Kasım 1983 seçimlerinde 3 parti seçime girdi. CHP seçmenine hitapeden Halkçı Parti %30 oy aldı. ANAP %45,14 oy alarak tek başına iktidara geldi . Bu seçimlerde askerlerin kurdurduğu MDP de hatırı sayılır bir oy aldı: %23,27

26 Eylül 1985’te SODEP ve HP birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adını aldı. Bu birleşmeye; 1985 yılında Rahşan Ecevit tarafından kurulan Demokratik Sol Parti (DSP) dahil olmak istemedi. .30 Mayıs 1986’da SHP 1.Kurultayında  Erdal İnönü genel başkan seçildi.

26 Eylül 1986’da yapılan milletvekili araseçimlerde.SHP %22 oy aldı.

29 Kasım 1987 genel seçimlerinde SHP %24, DSP %8.5 oy aldı. ANAP % 36,31 ile 1. Parti oldu.

25 Haziran 1988’de yapılan kongrede SHP genel başkanlığına tekrar Erdal İnönü’nün seçilmesine rağmen, partiye Deniz Baykal grubu hakim oldu.

26 Mart 1989 yerel seçimlerini SHP aldı. SHP; İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanlıklarıyla 39 ilin belediye başkanlığını kazandı. CHP İl genel meclisi seçimlerinde ise,  %28.8 oy aldı.

29 Eylül 1990’daki SHP 6.Olağanüstü Kurulunda Deniz Baykal’ın da aday olduğu Genel Başkanlık seçimini Erdal İnönü kazandı. Hikmet Çetin Genel Sekreterliğe seçildi.

Haziran 1991’deki olağan kurultayda Erdal İnönü-Baykal bir defa daha karşı karşıya geldi ve kazanan İnönü oldu.

20 Ekim 1991 de yapılan seçimlere SHP, Halkın Emek Partisi (HEP) ile birlikte katıldı. Ancak, seçimi DYP kazandı. DYP %27,03,  ANAP: % 24,01, SHP ise %20,75 oy aldı. Seçimlerden sonra SHP den Meclise giren Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye kalkışması ortalığı karıştırdı.21 Mart 1992 de SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler. 20 Kasım 1991’de Hükumet, DYPSHP koalisyonu olarak kuruldu.

25 Ocak 1992’deki SHP 7.Olağanüstü Kurultayında  İnönü, Baykal’ı bir kez daha yendi ve Genel Başkanlığa seçildi.

CHP Tekrar Açılıyor : 9 Eylül 1992

Haziran 1992’de eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa kaldırıldı. 3 Mayıs 1992’de CHP‘nin son Genel yönetim Kurulu üyeleri bir bildiri yayınlayarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden açılacağını duyurdular..Bildiriyi yayınlayan üyeler şunlardı: Erol Tuncer, Hayrettin Uysal, Altan Öymen, Metin Somuncu, Metin Tüzün, Erdoğan Bakkalbaşı, Coşkun Karagözoğlu, Orhan Akbulut, Avni Gürsoy, Güler Gürpınar, Mehmet Gümüşlü, Hayri Öner, Celal Doğan, Nebil Oktay, Nail Atlı, Mehmet Dedeoğlu, Çetin Bozkurt, Hüseyin Doğan, İlyas Kılıç, İsmet Atalay, Orhan Vural.

9 Eylül 1992’de CHP 25.kurultayı 1980 öncesinde son kurultaya katılan delegelerle toplandı. Partinin tekrar açılmasına karar verildi. Genel başkan Deniz Baykal oldu. Böylece Deniz Baykal; Atatürk, İnönü ve Ecevit‘ten sonra dördüncü CHP genel başkanı olarak CHP nin başına  geçti.

CHP nin devamı olarak kurulmuş olan SHP ve DSP yeni kurulan CHP ile birleşmeyi kabul etmediler. Ancak, İsmail Cem, Erol Çevikçe, Hasan Fehmi Güneş,Adnan Keskin, İstemihan Talay, Ali Topuz gibi bazı üst yöneticiler CHP ye geçtiler.

CHP-SHP Birleşmesi

26 Mart 1994 yerel seçimlerine SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı girdi. Bu 3 sol parti toplam oyların ancak %25’şini alabildi. CHP ise, sadece %4.7 oranında oy aldı.

Bu durum karşısında 18.Şubat.1995 de toplanan SHP Kurultayı’nda parti feshedildi ve  CHP’ye katılım kararı alındı.

Birleşme sonucu yapılan Genel Kurulda Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP Genel Başkanı seçildi. Çetin, CHP‘nin 5. Genel Başkanı oldu.

9 Eylül 1995’de yapılan kurultayda ise Deniz Baykal yeniden Genel Başkanlığa geldi. 30 Ekim 1995’de DYP ve CHP bir koalisyon hükümeti kurdu.Bu hükümette CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı.

24 Aralık 1995’te yapılan seçimlerde.CHP kılpayı %10 barajını aşarak TBMM‘ye girdi. Seçimlerin galibi ise 6 milyon rey alarak 142 Milletvekili çıkaran Refah Partisi olmuştu. RP %21.3 oy aldı.CHP %10.7 oyla ancak 49 milletvekili elde edebildi. SHP ile birleşmek de yeterli gelmedi.. DSP ise %14 oy almıştı. ANAP-DSP-DTP koalisyonu kuruldu.CHP bu koalisyona dışarıdan destek verdi. Ancak 1998 Kasım ayında Türkbank ihalesi yolsuzluğuna Başbakan Mesut Yılmaz‘ın adı karışınca CHP hükümete gensoru verdi ve koalisyon düşürüldü.

Daha sonra DYP, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit başbakanlığındaki  azınlık hükümetine destek verdi.Ecevit 11 Ocak 1999’da 21 yıl sonra tekrar başbakan oldu.

1999 Seçimleri CHP TBMM Dışında

18 Nisan 1999 da yapılan seçimlerde Bülent Ecevit‘in DSP‘si %22.1 oy alarak birinci parti oldu. CHP % 8.7 oy almış ancak %10 barajını geçemediği için TBMM dışında kalmıştı.

Deniz Baykal seçim yenilgisinden kendisinin sorumlu olduğunu belirterek 22 Nisan 1999’da genel başkanlıktan istifa etti. 22 Mayıs 1999’da toplanan 9.Olağanüstü Genel kurulda Altan Öymen genel başkanlığa seçildi. Haziran ayında  yapılan  10. Olağanüstü Genel Kurulda ise yalnızca parti meclisi üyeleri seçimi yapıldı.

Deniz Baykal, CHP nin 30 Eylül 2000 tarihinde toplanan 11.Olağanüstü Genel Kurulunda Baykal genel başkanlığa tekrar getirildi .Bu dönemde CHP, Meclis dışında olmasına rağmen muhalefet görevini başarı ile yaptı.

Ekonomi 2001 krizinden sonra ABD’den gelen iktisatçı Kemal Derviş‘e teslim edilmişti. Başbakanın sağlık durumunun bozulması ve MHP’nin bulunmadığı hükümet modellerinin konuşulmaya başlanması üzerine 3 Kasım 2002’de erken seçime gidilmesine karar verildi. Bu sırada DSP grubunun yarısı partiden ayrılarak İsmail Cem’in Genel Başkanlığında Yeni Türkiye Partisi‘ni kurdu. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, Ağustos 2002 de CHP‘ye katıldı. CHP 3 Kasım 2002 seçimlerine Kemal Derviş’ten başka; Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, sanatçı Zülfü Livaneli, İlahiyatçı Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi yeni iştiraklerle girmeye hazırdı.

3 Kasım 2002 Seçimleri ve CHP

3 Kasım 2002 genel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan‘ın başında olduğu Ak Parti tek başına iktidara geldi.Ak Parti %34.4,  CHP ise %19.4 oy aldı. Böylece TBMM iki partiden oluştu.

İktidardaki Ak Parti’nin Genel Başkanı Recep Tayyip  Erdoğan’ ın siyasi yasağının kalkması için mecliste yapılan anayasa değişikliğine CHP destek verdi. Mart 2003’te Siirt’te yenilenen seçimlerde Ak Parti 3 milletvekilliğini daha kazandı.

CHP ile Ak Parti Hükumeti arasındaki ilk ciddi tartışma ABD’nin,Irak‘ı işgal için Türkiye topraklarını kullanma izni verilmesi hakkındaki hükümet tezkeresi üzerine çıktı. Bu tezkere,  1 Mart günü CHP ve Ak Parti‘li bir grup milletvekilinin oylarıyla reddedildi.

2003 yılı Ekim ayında yapılan CHP 30.Genel Kurulunda Baykal ve ekibi tekrar seçildiler.

28 Mart 2004 yerel seçimlerinde Ak Parti % 41 oy alırken CHP ancak % 18 oy alabildi. Büyük İllerin çoğunluğunda Ak Parti Belediye Başkanlıklarını kazandı. Yıllardır CHP‘nin kalesi olarak nitelendirilen bölgelerde bile AKP kazanmıştı.

1999 yerel seçimlerine göre CHP ‘nin %13 olan oyu %18’e çıkmıştı ama Baykal’a olan muhalefet gittikçe artıyordu.. Şişli Belediye Başkanlığına %65 oy alarak gelen Mustafa SarıgülCHP‘yi iktidara taşıyacağını iddia ederek Genel Başkan olmak istiyordu. 

3 Temmuz 2004’de yapılan 12..Olağanüstü Genel Kurulda delegelerden güvenoyu  alan Baykal, güçlenerek Genel Başkanlığa devam etti.

24 Ekim 2004’te Yeni Türkiye Partisi (YTP),  kendisini feshetti ve CHP‘ye katıldı.

Mustafa Sarıgül  muhalefetini sürdürmeye devam ediyordu. CHP Yönetimince disiplin kuruluna sevkedilen  Sarıgül‘ün ihracı kurulca kabul edilmedi.

Genel Başkan Deniz Baykal kararın rüşvetle alındığını belirterek 29 Ocak 2005’te Olağanüstü Genel Kurulu topladı..Kurultay öncesi Baykal,Sarıgül ve Livaneli aday olduklarını açıkladılarsa da, daha sonra Livaneli adaylıktan çekildi. Genel Kurul’da büyük kavgalar çıktı, yaralanmalar oldu, salon tamamen tahrip edildi. Baykal ile Sarıgül arasında çok şiddetli tartışmalar oldu.  Baykal,  çoğunluk oyları alarak  güven tazeledi.Genel Kurul sonrası partiden istifalar oldu ise de meclis grubunun büyük kısmı partide kaldı.İstifa eden milletvekillerinin bir kısmı bağımsız kalırken bir kısmı da SHP‘ye geçti.

19-20 Kasım 2005’te toplanan 31.Olağan Genel Kurulda  Deniz Baykal oyların tamamını  alarak genel başkanlığa devam etti.

2007 de yapılacak Genel seçimlerin  2006 yılı sonunda yenilenmesi konusundaki CHP çabaları sonuç vermedi ve  2007 Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Genel seçimlerin yapılacağı kesinleşti.

Başbakan Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanlığına aday olmaması için CHP nin giriştiği şidetli muhalefeti, başta YÖK olmak üzere bazı Sivil Toplum Kuruluşları devam ettirdiler. CHP bütün anayasal hakların kullanılacağını açıkladı.

Cumhurbaşkanının seçilememesi üzerine Anayasa’nın 101. maddesi gereğince seçimlerin 22 Temmuz 2007 günü yapılması karara bağlandı. Yapılan seçim sonuçlarına göre barajı geçen 3 parti oldu. Deniz Baykal’ın başkanlığındaki CHP % 20,88 oy ile 112 milletvekili; AK Parti 341 Milletvekili, MHP ise 71 Milletvekiliği kazandı. Bağımsızla ise 26 Milletvekili aldılar. Recai Kutan Başkanlığındaki Saadet Partisi ise 820.289 oy alarak % 02,34 ile milletvekili çıkaramadı.

28 Ağustos 2007’de AKP Kayseri milletvekili Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. cumhurbaşkanlığına seçildi. CHP yeni cumhurbaşkanı ile zorunlu haller dışında temaslarının olmayacağını açıkladı.

9 Eylül 2007’de CHP’nin 84. kuruluş yıldönümü çok büyük bir gösteri ile kutlandı. Genel Başkan Deniz Baykal 170 bin partili ile birlikte Anıtkabir‘e çıktı.

26-27 Nisan 2008’de, Ankara‘da yapılan 32. Olağan Kurultay’da 1016 delegenin imzası ile seçimlere tek aday olarak giren Deniz Baykal genel başkanlık seçiminde 1105 oyun 1021’ini alarak onuncu defa CHP Genel Başkanı seçilmeyi başardı.

21 Aralık 2008 tarihinde Ankara’da toplanan CHP 14. Olağanüstü Kurultayı’nda program ve tüzük değişiklikleri ele alındı. 1994’ten bu yana kullanılan parti programı değiştirildi.

2009 yerel seçimlerinde il genel meclisindeki oy oranları itibarıyla iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oy oranı %7.8 düşerken, CHP, kazandığı %23.12’lik oranla 2007 milletvekilliği seçimlerine göre Türkiye genelindeki oy oranını %2.24 artırdı.

Kemal Kılıçdaroğlu dönemi (2010-günümüz)

Deniz Baykal, 33. Olağan Kurultay’a 13 gün kala, 10 Mayıs 2010 günü düzenlediği basın açıklamasıyla yaklaşık 15 yıl 8 ay sürdürdüğü CHP genel başkanlığı görevinden istifa ettiğini duyurdu. Kılıçdaroğlu, 17 Mayıs 2010 tarihinde CHP grup başkanvekilliğinden istifa etti ve Kurultay’da aday olacağını açıkladı. 22 Mayıs’ta yapılan 33. Olağan Kurultay’da Kemal Kılıçdaroğlu 1249 delegenin 1200’ünün imzasıyla tek aday olarak seçime girdi ve CHP’nin 7. genel başkanı oldu.

12 Eylül 2010 halk oylamasında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin istediği sonuç çıktı. Anayasa değişiklikleri %58 oranla kabul edildi, Hayır oyları %42 de kaldı.

11 Kasım 2010 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, CHP’ye 2008 yılında Olağanüstü Tüzük Kurultayı’nda yapılan değişikliklerin uygulanarak yönetimin buna göre düzenlenmesi gerektiğini belirten bir yazı gönderdi. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu Mayıs ayında seçilen Merkez Yönetim Kurulu’nu dağıttı. Yerine, tüzük gereğince Genel Başkan, Genel Başkan yardımcıları ve Genel Sekreter’den oluşan yeni MYK’yı açıkladı. 7 Kasım 2010 tarihinde Parti Meclisi’nin yeniden seçilmesi için Olağanüstü Kurultay’a çağırdı. Yapılan Parti Meclisi seçiminde; Önder Sav, Kemal Anadol, Hakkı Süha Okay gibi partinin önemli isimleri liste dışında kaldı.

2011 genel seçimlerinde CHP, kısmi başarı sağlayarak bir önceki seçimlere göre oylarını 4 milyon artırdı ve 25,98 oy alarak mecliste 135 sandalyeye sahip oldu. Fakat CHP’den milletvekili seçilen Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal‘in tahliyelerinin reddedilmesi üzerine Kılıçdaroğlu, “Halkın seçtiği milletvekillerinin yemin etmesine izin vermeyen, antidemokratik ve hukuk dışı uygulamaların parçası olmayacaklarını” ifade etti ve “Bu anlayış, ilke ve demokrasi inancıyla yeminleri engellenen milletvekili arkadaşlarımıza yemin etme yolu açılmadıkça, biz CHP milletvekilleri de yemin etmeyeceğiz.” diye ekledi. TBMM’de yemin töreni 28 Haziran’da yapıldı fakat CHP, Genel Kurul’a katılmasına rağmen geçici meclis başkan olan Oktay Ekşi hariç diğer CHP’liler yemin etmedi. 8 ve 11 Temmuz 2011 tarihlerinde AK Parti ve CHP arasında yapılan görüşmelerin ardından iki parti anlaşmaya varınca CHP’li milletvekilleri, 11 Temmuz’da Genel Kurul’a “Egemenlik Milletindir” pankartıyla gelerek yemin ettiler.

30 Mart 2012 tarihinde yapılan olağanüstü kurultayda CHP tüzüğü yenilendi. Ön seçim zorunlu hale getirilerek örgütün milletvekili adaylarını belirleme gücü arttı. %33 kadın kotası getirilerek yönetimde kadınların etkin görev almasının ve %10 gençlik kotası ile gençlerin partide genç yaşlarda tecrübe edinmesinin yolu açıldı.

Kemal Kılıçdaroğlu, 17-18 Temmuz 2012 tarihinde yapılan 34. Olağan Genel Kurultayda 1164 oyun tamamını alarak yeniden genel başkanlığa seçildi.

2014 cumhurbaşkanlığı seçimi ve 18. Olağanüstü Kurultay

Cumhuriyet Halk Partisi, 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Milliyetçi Hareket Partisi ile ortak aday çıkarma kararı aldı ve İslam İşbirliği Teşkilatı eski genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu‘nu aday gösterdi. Seçimde Erdoğan %51,79 oy oranıyla birinci sırada, İhsanoğlu %38,44 oy oranıyla ikinci sırada ve Demirtaş %9,76 oy oranıyla üçüncü sırada yer aldı.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçimlerde %38,44 oy alarak kaybetmesi üzerine CHP’de muhalifler hareketlendi. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu muhaliflerin olağanüstü kurultay için yeterli imzayı bulamayacağını düşünerek tüzüğün kendisine verdiği yetkiyle kurultayı toplama kararı aldı. Aynı gün CHP Yalova Milletvekili ve Grup Başkanvekili Muharrem İnce, yapılacak 18. Olağanüstü Kurultay’da Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı adaylığını açıkladı. 5 Eylül 2014’te Ankara’da düzenlenen kurultayda Kılıçdaroğlu 740 oyla tekrar genel başkan seçildi, İnce 415 oy aldı.

Parti Meclisi’nin aldığı karar doğrultusunda 29 Mart 2015 tarihinde, 7 Haziran da yapılacak milletvekilliği seçimleri için partinin adaylarını belirlemek üzere ön seçim düzenlendi. İl seçim kurullarının gözetiminde 45 seçim bölgesinde gerçekleştirilen ön seçimde Genel Başkan Kılıçdaroğlu İzmir 2’inci bölgeden oyların yaklaşık yüzde 85’ini alarak birinci çıkmayı başarırken, 11 milletvekili aday listelerine giremedi.

7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde yaklaşık %25 oy alan CHP, 132 milletvekilliği kazandı. 2011 seçimlerine göre oy kaybı yaşansa da, CHP seçmeninin seçim barajını geçmesi için HDP‘ye stratejik oy vermiş olduğunun yaygın olarak kabullenilmesi nedeniyle ‘yenilgi psikolojisi’ hissedilmedi. Buna rağmen CHP Güneydoğu Anadolu‘da siyasi olarak neredeyse yok oldu.

İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin TBMM’deki sayısal üstünlüğü kaybettiği seçimlerin ardından, Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye birlikte hükûmet kurmaları halinde başbakan olması yönünde çağrıda bulundu. CHP liderinin kendisine yaptığı “başbakanlık” teklifine Bahçeli olumsuz yanıt verdi.

Cumhurhurbaşkanı’nın hükûmeti kurma yetkisi verdiği AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, 13 Temmuz 2015’de koalisyon görüşmeleri kapsamında Kılıçdaroğlu ile bir araya geldi. Böylece Türkiye’de, 16 yıl sonra ilk defa hükûmet kurulması için koalisyon görüşmeleri gerçekleştirilmiş oldu. Hükûmet kurma girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Davutoğlu, 63. Hükümet’i kurma görevini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 18 Ağustos’ta iade etti. Erdoğan, Davutoğlu dışında ikinci kez hükûmeti kurma görevlendirmesi yapmadı ve 26 Ağustos’ta anayasa gereği yenileme seçimi yapılması kararı verdi. 1 Kasım’da yapılacak seçimlere kadar görev yapacak seçim hükûmetinde Anayasa gereği tüm partilerin hükûmette temsil edilmesi zorunluluğu vardı. Davutoğlu, TBMM’de temsil eden partilerden kendi belirledikleri isimlere bakanlık önerisi yaptı. CHP ve MHP, bu süreçte hükûmete bakan vermeyeceğini açıkladı.

1 Kasım 2015’de yenilenen seçimde, AK Parti % 49 oya çıkarak 317 milletvekili ile tekrar tek başına iktidar oldu. CHP’nin oyları ise yüzde 25’e çıktı.

16 Ocak 2016 tarihinde düzenlenen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 35. Olağan Kurultayı‘nda Genel Başkanlık seçimine tek aday olarak giren Kemal Kılıçdaroğlu, 1238 delegeden 960’ının oyunu alarak 4. kez genel başkan seçildi.

CHP, 15 Temmuz darbe girişiminin (2016) ardından, 21 Temmuz’da Türkiye genelinde ilan edilen olağanüstü hâle karşı çıktı.7 Ağustos’taki Yenikapı Mitingi’ne CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, da katıldı. HDP ise davet edilmedi. Cumhurbaşkanlığı Sistemi için AK Parti’nin hazırladığı teklif TBMM Anayasa Komisyonuna geldi. Cumhuriyet Halk Partisi, Yasa tasarısına ve TBMM’deki görüşmelerde sert bir muhalefet yürüttü.

3-4 Şubat 2018’de Ankara’da yapılan 36. Kurultay‘da, 1237 geçerli oydan 790’ın oyunu alan Kemal Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan seçildi. Muharrem İnce ise 447 oyda kaldı.

TBMM’de alınan erken seçim kararının ardından “ortak cumhurbaşkanı adayı“nda anlaşamayan partiler kendi adayıyla cumhurbaşkanlığı için yarışmasında karar kıldılar. Ancak, parlamento seçimlerinde ittifakla seçime gitme kararı aldılar. Muhalefetin Millet İttifakı 5 Mayıs 2018’de Kemal Kılıçdaroğlu, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın Partiler Arası Seçim İşbirliği Bildirisi’ni imzalamalarıyla kuruldu. CHP, 4 Mayıs 2018’de 110 milletvekilinin imzasıyla aldığı grup kararıyla Muharrem İnce‘yi Cumhurbaşkanlığına aday gösterdi.

24 Haziran 2018’de düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Recep Tayyip Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı seçilirken, CHP’nin adayı Muharrem İnce oyların %30,64’ünü alarak ikinci oldu. İnce’nin, kaybetmesine rağmen, hem 1983 genel seçimlerinden sonra ilk kez Türkiye çapında CHP’nin oy oranını %30’un üzerine taşıması, hem de partisinin milletvekilliği genel seçimlerindeki oyunun 8 puan üstünde oy alması dikkat çekici sayıldı.

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ : Recep Tayyip Erdoğan %52,59 Muharrem İnce %30,64 Selahattin Demirtaş %8,40 Meral Akşener %7,29 Temel Karamollaoğlu %0,89 Doğu Perinçek %0,20 oy aldı.

Aynı gün (24 Haziran 2018) yapılan Milletvekilleri seçiminde ise; %22,65 oy oranı ile 146 milletvekilliği kazanıldı. Oyların önemli bir kısmının CHP’den geldiği Millet İttifakı, Türkiye genelinde yüzde 34’e yakın bir oy oranına ulaştı.

MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ : Cumhur İttifakı %53,66 (AK Parti %42,56 MHP %11,10) Millet İttifakı %33,94 (CHP %22,64 İyi Parti %9,96 Saadet Partisi %1,34 HDP %11,70)

31 Mart 2019 Yerel Seçim Sonuçları: Ak Parti %44,33 CHP %30,12 İYİ Parti %7.45 MHP %7,31 HDP %4,24 Bu seçimde CHP; 11 Büyük Şehir, 10 İl, 191 İlçe Belediye Başkanlıklarını kazandı.

İlk defa 24 Haziran 2018 Genel Seçimleri’nde uygulanan “ittifak” modelinin fiili olarak 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde de sürmesinin etkisiyle Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, önemli bir başarıya imza attı. CHP, büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde 2014’e göre toplam oy oranını yüzde 13,5 artırarak, 11 Büyük Şehri kazandı. En büyük başarı ise 30 yıl aradan sonra İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarının kazanılması oldu. Böylece Türkiye’nin en büyük 3 kenti de CHP’li başkanların idaresine geçti. Cumhur İttifakı‘nın elinde olan Antalya, Adana, Mersin, Bilecik, Bolu, Kırşehir, Artvin ve Ardahan belediye başkanlıklarını da elde etti.

CHP, 28-29 Mart’ta yapılması planlanan 37. Olağan Kurultayını Covid-19 Pandemisi nedeniyle ileri bir tarihe ertelenmiştir.

Genel başkanlar

#AdıGörev BaşlangıcıGörev BitişiGörev Süresi
1Mustafa Kemal Atatürk11 Eylül 192310 Kasım 193815 Yıl
Celal Bayar (vekil)10 Kasım 193826 Aralık 19381 Ay
2İsmet İnönü26 Aralık 19388 Mayıs 197234 Yıl
Kamil Kırıkoğlu (vekil)8 Mayıs 197214 Mayıs 19727 Gün
3Bülent Ecevit14 Mayıs 197230 Ekim 19808 Yıl
Mustafa Üstündağ (vekil)30 Ekim 198016 Ekim 19811 Yıl
4Deniz Baykal9 Eylül 199218 Şubat 19953 Yıl
5Hikmet Çetin18 Şubat 199511 Eylül 19958 Ay
6Deniz Baykal11 Eylül 199522 Nisan 19994 Yıl
Cevdet Selvi (vekil)22 Nisan 199923 Mayıs 19991 Ay
7Altan Öymen23 Mayıs 199930 Eylül 20001 Yıl
8Deniz Baykal30 Eylül 200010 Mayıs 201010 Yıl
Cevdet Selvi (vekil)10 Mayıs 201022 Mayıs 201012 Gün
9Kemal Kılıçdaroğlu22 Mayıs 2010Görevde10 Yıl + Görevde

Kurultaylar

KurultayTarih
1. Kurultay (Sivas Kongresi)4-11 Eylül 1919
2. Kurultay15 Ekim 1927
3. Kurultay10 Mayıs 1931
4. Kurultay29 Mayıs 1935
1. Olağanüstü Kurultay26 Aralık 1938
5. Kurultay29 Mayıs 1939
6. Kurultay8 Haziran 1943
2. Olağanüstü Kurultay10 Mayıs 1946
7. Kurultay19 Kasım 1947
8. Kurultay29 Haziran 1950
9. Kurultay26 Kasım 1951
10. Kurultay22 Haziran 1953
3. Olağanüstü Kurultay7 Mart 1954
11. Kurultay26 Temmuz 1954
12. Kurultay21 Mayıs 1956
13. Kurultay9 Eylül 1957
14. Kurultay12 Ocak 1959
15. Kurultay24 Ağustos 1961
16. Kurultay14 Aralık 1962
17. Kurultay16 Ekim 1964
18. Kurultay18 Ekim 1966
4. Olağanüstü Kurultay28 Nisan 1967
19. Kurultay18 Ekim 1968
20. Kurultay3 Temmuz 1970
5. Olağanüstü Kurultay7 Mayıs 1972
6. Olağanüstü Kurultay14 Mayıs 1972
21. Kurultay30 Haziran 1972
22. Kurultay14 Aralık 1974
23. Kurultay27 Kasım 1976
7. Olağanüstü Kurultay14 Kasım 1978
24. Kurultay24 Mayıs 1979
8. Olağanüstü Kurultay4 Kasım 1979
25. Kurultay9 Eylül 1992
26. Kurultay18 Şubat 1995
27. Kurultay9-10 Eylül 1995
28. Kurultay23-24 Mayıs 1998
9. Olağanüstü Kurultay22-23 Mayıs 1999
10. Olağanüstü Kurultay26-27 Haziran 1999
11. Olağanüstü Kurultay30 Eylül-1 Ekim 2000
29. Kurultay30 Haziran-1 Temmuz 2001
30. Kurultay23-24 Ekim 2003
12. Olağanüstü Kurultay3 Temmuz 2004
13. Olağanüstü Kurultay29-30 Ocak 2005
31. Kurultay19-20 Kasım 2005
32. Kurultay25-26 Nisan 2008
14. Olağanüstü Kurultay21 Aralık 2008
33. Kurultay22-23 Mayıs 2010
15. Olağanüstü Kurultay18-19 Aralık 2010
16. Olağanüstü Kurultay26 Şubat 2012
17. Olağanüstü Kurultay27 Şubat 2012
34. Kurultay17-18 Temmuz 2012
18. Olağanüstü Kurultay5-6 Eylül 2014
35. Kurultay16-17 Ocak 2016
36. Kurultay3-4 Şubat 2018
37. Kurultay25.Temmuz. 2020

Türkler Tekrar Tarih Sahnesinde..

George Friedman

“ABD’li ünlü stratejist, Stratfor’un Başkanı George Friedman, Türkiye’nin bölgesindeki gücünü artırmaya başladığını ve 2040 yılına kadar Osmanlı toprakları üzerinde yeniden hâkimiyet sağlayacağını söyledi “

Bu iddiayı ortaya atan kişi sıradan bir kişi olsaydı, elbette görüşlerine yer verilmeyecekti. Ama Türkiye’nin yeniden imparatorluk kuracağını öngören bu kişi, ABD’nin en önemli stratejik araştırma merkezlerinden biri olan Stratfor’un başındaysa ve kişi ABD Savunma Bakanlığı’na yakınlığı ile biliniyorsa söylediklerine biraz kulak kabartmak lazım. Ünlü stratejist George Friedman, 2040 yılına kadar Türkiye’nin bölgesinde tek süper güç olacağını ve eski Osmanlı toprakları üzerinde yeniden söz sahibi olacağı öngörüsünde bulunuyor.

TÜRKİYE DOĞAL LİDER

Türkiye’nin eski Osmanlı coğrafyasında kuracağı egemenliğin izlerini şimdiden görebilirsiniz” diyen Friedman, “Süreç zaten başladı. Eğer İslam coğrafyasına bakarsanız, Türkiye’nin bu ülkelerdeki ağırlığının giderek arttığını görebilirsiniz. Bölgeyi domine etmeye başladı bile. Balkanlar’da ise Arnavutluk ve hatta Sırbistanla ilişkileri gelişiyor. Kafkasya’da ise Gürcistan ve Azerbaycan ile güçlü bir ittifak kurdu. Gelecekte olmasını öngördüğüm şeylerin şu anda gelişmekte olduğunu görüyorum” diyor. Friedman’a göre “Türkiye doğası gereği lider bir ülke.

BÖLGEDE BENZERİNİZ YOK

Friedman, “Türkiye’nin iki karakteristik özelliği var. Canlı bir ekonomiye ve çok güçlü orduya sahip. Dünyanın en büyük 17’nci ekonomisine sahipsiniz. 2020’ye kadar 10’uncu sıraya çıkmanızı bekliyorum. Büyük bir orduya ve güçlü hava kuvvetlerine sahipsiniz. Coğrafik yapınız en önemli avantajınız. Kısacası, bölgesel güç olmak için gerekli her şey Türkiye’de mevcut ve bölgede başka benzeriniz yok” diyor.

PSİKOLOJİNİZİ SÜPER GÜÇ OLMAYA HAZIRLAYIN

Türkiye’nin önündeki engel dışsal tehditler değildir. Türkiye’nin önündeki en büyük engeller içsel sorunlardır” diyen Friedman, “İçsel gerginlikler dönem dönem artıyor. Bunlar Türkiye’nin önündeki en önemli sorundur. Ama bunları yönetmeyi başaracaksınız. Türkiye, psikolojik olarak süper güç olmaya hazır değil” dedi.

FRIEDMAN MEDENİYETLER ÇATIŞMASINA İNANMIYOR

Ünlü düşünür Samuel Huntington’nın “Medeniyetler Çatışması” tezine katılmadığını belirten Friedman, “Çatışmanın medeniyetler arasında değil, medeniyetlerin kendi içlerinde olduğunu düşünüyorum. Huntington’ın Türkiye konusundaki görüşlerine de katılmıyorum” dedi.

OSMANLI TOPRAGINA HAKİM OLUP, VALİLER ATAYACAKSINIZ

Friedman, Türkiye’nin Osmanlı’nın eski topraklarına yeniden hükmedeceğini belirtti. “Türkiye, Osmanlı’nın sahip olduğu topraklara yeniden hükmedecek. Elbette, Osmanlı’dan çok farklı bir formda yapılanma olacak. Türkiye, bölge ülkelerine valiler atayacak veya ‘Türkiye Birliği‘ adında bir örgütlenmeye gidecek. Nasıl bir örgütlenme kurulacağını süreç gösterecek” dedi.

ARAPLARIN ZOR KARARI

Arap dünyasının Türk egemenliğini kabul etmek zorunda kalacağını belirten Friedman, “Arapların Türkiye’ye bakışı bir tür aşk-nefret ilişkisidir. Bir dönem Türkleri çok severler, bir dönem nefret ederler” dedi. “Arap dünyası hem ekonomik hem de askeri açıdan çok zayıf. Arapların temel sorunu, kendilerini yönlendirecek olan dış gücün kim olacağı?” diyen Friedman, “Bir dış güç olarak Türkiye, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında en kabul edilebilir ülke” diye konuştu.

AVRUPA BİRLİĞİ ÇÖKTÜ

Krizle birlikte Avrupa Birliği’nin çöküş sürecine girdiğini ifade eden Friedman, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinden yakında vazgeçeceğini belirtti ve “Yakında Avrupa Birliği’ne ihtiyaç duymayacaksınız. Zaten krizle çöküş sürecine girdiler. Bu nedenle Türkiye, Avrupa Birliği’ne entegrasyondan vazgeçecek. Hatta Avrupalıların Türkiye’ye olan ilgisi çok daha fazla artacak” dedi.

TÜRKİYE UZUN SÜREN SESSİZLİĞİNİ BOZDU

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası kendi kabuğuna çekildiğini ve Soğuk Savaş yılları boyunca adeta görünmez olduğunu belirten Friedman, “Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak tarihe yeniden geri döndüğünü” söyledi. Friedman, “Son yüzyıllarda Türkiye çok fazla içine kapanan bir ülke oldu. Fakat bu Türkiye için normal bir durum değil. Türkiye, doğası gereği kabına sığmayan bir ülke. Çünkü Türkiye’nin coğrafik konumu bunu gerektiriyor.

COĞRAFYA TÜRKİYE’Yİ ZORLUYOR

“Türkler her zaman zorlu bir coğrafyada yaşadı. Bu zorluklar Türkiye’yi yükselen bir güç olmaya zorluyor. Osmanlı İmparatorluğu da çevresindeki aynı zorluklar nedeniyle yükselişe geçmişti. Aynı şey yine geçerli. Aynı coğrafik zorlamalar nedeniyle Türkiye bölgesinde büyük güç olacak” dedi. Türkiye’nin çevre ülkeleri ile son yıllarda gerçekleştirdiği ilişkilerden örnek veren Friedman “süper güç olma sürecinin başladığına inandığını” belirtti.
(Bu yazı 04.03.2009 tarihli günlük gazetelerin birçoğunda yayınlanmıştır)

Notlar:

1-(George Friedman, bu görüşlerini Stratfor’dan ayrılmadan önce yazmıştır. Zira; Stratfor’dan 15 Mayıs 2015’te ayrıldı. Aynı görüşlerini değişik ifadelerle 2015 den sonra da yazdı.)

2-(George Friedman; ABD’de ‘Gölge CIA’ olarak bilinen Stratfor Düşünce Kuruluşunun başındaki iken “Önümüzdeki 100 Yıl” adını verdiği kitabında; Türkiye’yi geleceğin süper güçleri arasında sayıyor. Bu Kitap; Pegasus Yayınları, I.Baskı: Mart,2009, 320 Sayfa) olarak Türkiye’de de yayınlanmıştır. Orjinal Adı: “The Next 100 Years” )

3-George Friedman, yeni muhafazakar (neo-con), İslam karşıtı ve İsrail yanlısı kimliğiyle biliniyor. Macaristan asıllı Yahudi bir ailenin çocuğu olan Friedman, küçük yaşta geldiği ABD’de istihbarat, savaş teknikleri ve askeri teknolojiler konusundaki uzmanlığıyla tanınıyor.

Paralı Askerlerin Libya’ya gelişi ve gidişi…

The New York Times

KAHİRE – İki eski İngiliz denizcisi, Malta’dan Akdeniz’in karşısında bir çift askeri sınıf şişme botunu kullanıyordu. Eski helikopterler kullanılarak Botsvana’dan altı helikopter uçtu. Ekibin geri kalanı – Güney Afrika, İngiltere, Avustralya ve ABD’den paralı askerleri – Ürdün’deki bir bölgeden geldiler.

Bu paralı askerler soran herkese, Libya’daki Bingazi’nin petrol ve gaz tesislerini korumaya geldiklerini söylediler.

Aslında, Birleşmiş Milletler müfettişleri daha sonra, Libya komutanı Khalifa Hifter ile birlikte 80 milyon dolar ödenerek Trablus’a yönelik tüm saldırılarında savaşmak olduğunu belirledi.

Hersey yanlış gitti. Kötü şöhretli bir değişken lider olan Bay Hifter ile uçağın kalitesi konusunda bir anlaşmazlık patlak verdi. 2 Temmuz’da, Libya’da sadece dört gün geçtikten sonra, paralı askerler sürat tekneleri ile Malta’ya yöneldiler.

Libya, petrol zenginliği ve kavgacı mücadele standartlarının birleşimi nedeniyle tekil bir mıknatıs. Rus, Suriye, Sudan, Chadian ve şimdi Batılı paralı askerler savaşa çekildiklerinde, bazen paralı asker paralı bir savaş olma özelliğine sahiptir – bazen, Suriyeliler söz konusu olduğunda, aynı ülkeden erkekler birbirleriyle savaşır.

Az nüfuslu petrol zengini bir ülke olan Libya, on yıllardır iktidarı süren Muammar el-Kaddafi’nin 2011 yılında, Amerikan destekli bir koalisyon tarafından devralınmasından bu yana kaos içine düştü.

2014’teki ilk saldırısından bu yana, Hifter bir dizi yabancı güç tarafından desteklenmektedir. Geçtiğimiz yıl, Kremlin destekli güçlü bir özel ordu olan Wagner Group , Trablus’a işaret eden saldırısını sürdürdü. Ancak Türkiye, Ocak ayında Trablus adına savaşa katıldı.

Reuters’in bildirdiğine göre, Rus savaşçıların büyük bir grubu ve silahları, hafta sonu boyunca başkentin güneyindeki ön hatlardan geri çekildi ve üç uçakta bir Hifter havaalanına uçtu.  Hifter’in güçlü yabancı sponsorları muhtemelen bir sonraki hamlesini belirleyecekti.

Şubat ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunulan gizli bir rapora göre, geçen yaz gezisi Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki gizli şirketler ağı tarafından organize edildi ve finanse edildi. Şirketler, Avustralyalı bir işadamı ve Amerika’nın en ünlü paralı girişimci Erik Prince’in yakın bir ortağı olan eski avcı pilotu Christiaan Durrant tarafından kontrol ediliyor veya kısmen sahipleniliyordu.

Son yıllarda Trump yönetimiyle yakın bağları Kongre incelemesine giren Prens, özel milis kuvvetlerini. Birleşik Arap Emirlikleri’nin fiili hükümdarı ve Hifter’in önde gelen dış sponsoru Veliaht Prens Muhammed bin Zayed için sağladı.

Birleşmiş Milletler müfettişleri Prince’in başarısız paralı asker operasyonunda herhangi bir rol oynayıp oynamadığını inceliyorlar. Bir sözcü aracılığıyla, Prince, “Libya’da herhangi bir özel askeri operasyon iddiasıyla hiçbir ilgisi olmadığını” söyledi.

Atlantik Konseyi’nde eski bir özel askeri müteahhit ve üst düzey yardımcısı olan Sean McFate, “Libya, savaşın değişen karakterinin bir vaka çalışmasıdır,” dedi. “Savaşı politik bir faaliyet olarak görüyoruz, ancak Libya’da ticari bir faaliyet haline geliyor. Machiavelli’nin 16. yüzyılda tartıştığı türden savaşları yürüten, oraya giden her şeridin kar amaçlı savaşçılarına sahipsiniz. ”

Haziran ayında Bingazi’ye konuşlanan 20 paralı asker ekibi, İngiliz ordusunda görev yapan ve Nijerya’da özel bir askeri yüklenici olarak çalışan eski bir Güney Afrika Hava Kuvvetleri subayı Steve Lodge tarafından yönetildi.

Diğerleri de O’nun askerleriydi – 11 Güney Afrikalı, beş İngiliz, iki Avustralyalı ve bir Amerikalı, eğitimli bir pilot. Misyonları, Türk menşeli silah sevkiyatlarının Trablusgarp’ta hükümete deniz yoluyla ulaşmasını engellemekti.

Birleşmiş Milletler müfettişleri, planın, sürat teknelerini kullanarak ve deniz gemilerine binip arama yapacak helikopterlere saldıran bir deniz gücü oluşturmak olduğunu söyledi. Müfettişler, deniz gücünün, düşman hedeflerini takip edip yok edecek komandoları da içeren daha büyük bir operasyonun parçası olduğuna inanıyorlar.

İlk kez Bloomberg tarafından bildirilen Birleşmiş Milletler soruşturmasını bilen üç yetkili, New York Times’a içeriği hakkında bilgi verdi ve belgelerin kopyalarını sağladı. Anonimlik koşulu hakkında konuştular çünkü medyayla konuşma yetkileri yoktu.

Güney Afrika’dan altı helikopter satın alındı ​​ve Gaborone, Botsvana’daki uluslararası havaalanına sevk edildi. Gizli olsa da, operasyon , üç Super Puma helikopterinin Botsvana Gazetesi tarafından çevrimiçi olarak yayınlanan ve kamyonlara bağlanan ve bir otoyoldan sürülen fotoğraflarla başlayarak uzun bir kanıt izi bıraktı .

BAE nin HAFTER’e gönderdiği eski helikopterler

Helikopterler, bir Vietnam dönemi CIA havayolundan ödünç alınan, Ukraynalı bir şirket olan SkyAviaTrans’a ait olan kargo uçaklarına yüklendi. Havayolu şirketi geçtiğimiz yıl askeri eşyaların Libya’ya taşınmasıyla ilgili Birleşmiş Milletler raporunda belirtilmişti .

Uçuş belgeleri uçakların varış noktasını Ürdün olarak listeledi ancak Hifter’in doğu Libya’daki merkezinin yakınında Bingazi havaalanına indi.

Komutan Bay Lodge, anlaşmaları müzakere etti, ancak Bay Durrant tarafından kontrol edilen veya kısmen sahip olunan Dubai merkezli birkaç şirket tarafından sözleşmeli ve ödendi.

Şirketlerden biri olan Lancaster 6 , Malta, Emirates ve İngiliz Virgin Adaları’ndaki benzer şekilde adlandırılmış şirketler ağının bir parçasıdır. Web sitesi “Refah barışı doğuruyor” diyor.

Bir diğeri, Opus Capital Asset, Dubai’de önde gelen bir İngiliz iş kadını olan ve kadın girişimcileri tanıtan ve 2019 “vizyonerlerinden” biri olan yerel bir dergi Emirates Woman tarafından selamlanan Amanda Kate Perry tarafından yönetiliyor .

Telefonla ulaşılan, İskoçya’da bir adresi olan Bay Lodge, silah ambargosunu ihlal etme suçlamalarını reddetmek için bir küfür kullandı, sonra telefonu kapattı. Telefonla ulaşan Bayan Perry, yorum yapmaktan kaçındı.

Bay Durrant sözcüsü, Birleşmiş Milletler’in Libya misyonu hakkındaki bulgularını “sadece olgusal ve yanlış bilgilendirilmiş” olarak reddetti ve başka sorulara cevap vermedi.

Bingazi’de Bay Hifter, paralı askerlerin vaat ettikleri daha güçlü zanaat yerine eski bir uçak getirdi – bir memur onlara “alkışlanan helikopterler” demişti. Birleşmiş Milletler tarafından elde edilen bir belge, söz verilen uçağın bir Cobra saldırı helikopteri ve keşif ve savaş için uyarlanmış bir mahsul silgi olan bir LASA T-Bird içerdiğini gösterdi.

Libya komutanıyla uzlaşamayan paralı askerler Malta’ya geri dönmeye karar verdiler. Ancak 2 Temmuz gecesi Bingazi’den ayrıldıktan sonra teknelerinden biri başını belaya soktu ve terk edilmek zorunda kaldı. 20 erkeğin hepsi tek bir tekneye sıkıştı ve Malta’ya devam etti.

Birkaç hafta sonra, terk edilmiş tekne Libya Sahil Güvenlik tarafından bulundu ve bunun fotoğrafları medyada yayınlandı.

Sitesinde kendisinin bir Kenya bebeği tuttuğunu gösteren bir fotoğrafla, girişimci ve insani bir kişi olarak sunuyor . “Gelecek nesillere savaş belasından kurtulmak için” bir blog yazısı okuyor.

Libya’daki uluslararası silah ambargosu herkesin bildiği gibi tesirsizdir. Onu ihlal eden herkes olası bir seyahat yasağı ve bir varlık dondurma ile karşı karşıya kalsa da, her iki Libya vatandaşı olmayan, her ikisi de Eritre halkı kaçakçısı, herhangi bir yaptırım uyguladı. Üst düzey Birleşmiş Milletler yetkilileri bile ambargoya “şaka” diyor.

Birleşik Devletler Trablus’taki hükümeti resmi olarak desteklerken, Bay Trump, Hifter’e destek verdiğini ve geçen yıl üst düzey yetkilileri, Hifter’in Trablus’a yönelik saldırısını görmezden geldi.

Paralı asker operasyonu hakkında soruşturma devam ediyor. Yetkililer, yaptırımları garanti altına almak için bazı kişilere karşı zaten yeterli kanıt bulunduğunu söylüyorlar.

Ancak şimdiye kadar tek yasal eylem, geçen ay polisin silah tüccarı Fenech ve çalışanlarından dördüne, paralı askerlere sürat teknesi sağlamak için Avrupa Birliği yaptırımlarını ihlal etmekle suçlama Malta’dan geldi. Fenech herhangi bir haksızlığı reddetti. “Çıplak bir tekne anlaşmasıyla 2 gemiyi kiraladık ve kendimizi inanılmaz bir durumda bulduk,” dedi bir e-postayla.

Libya’nın kaotik savaşı o kadar serbesttir ki, bazı vurguncular cephe hattının her iki tarafında bile çalışmayı başardılar. Ama riskli olabilir.

Bediüzzaman’ın Kürtcülüğe Bakışı

Geçmiş senelerde bir kısım ayrımcı Kürtcülük yapan kişiler, aşağıdaki bildiriyi yayınlamışlardı. Nur Talebelerinin o zaman yaptığı açıklamaları aşağıya alıyorum. Zaman eskide de olsa, halen devam eden ayrımcılık ve teröre destek veren yazar, siyasetci ve kişilere hatırlatıyoruz.

**********************************************************************************

Dedelerimizin Mezarlarının Nerede Olduğunu Bilmek İstiyoruz!

Description: http://img.blogcu.com/uploads/muzafferdeligoz_dedelerimiz.JPG

Bunlardan daha vahim olarak, öldürülen yüzü aşkın ulusal ve kanaat önderimizin mezarları bile bizden gizlenmiştir. Bizler, hayatlarını ülkemizin özgürüğüne ve mutluluğuna adamış olan insanlarımızın mezarlarının nerede olduğunu bile bilmiyoruz. Örneğin, Şêx Seîd, Seyîd Riza ve Seîdê Kurdî gibi saygın Kürt ulusal ve dini önderlerinin mezarlarını ziyaret edip dua okumak veya saygı duruşunda bulunmak hakkına bile sahip değiliz.

Dedelerimizin mezarlarının yerini bilmek istiyoruz!

İmzacılar :A. Melik Fırat, Ahmet Kahraman, Bayram Ayaz, Celîlê Celîl, Dewrêşê Ferho, Eskerê Boyik, Hasan Kılavuz, Kasım Fırat, Kemal Burkay, Keya İzol, M. Said Dündar, Mahmut Kılınç, Mehemed Malmîsanij, Musa Kaval, Munzur Çem, Nejdet Buldan, Osman Aydın, Recep Maraşlı, Siraç Bilgin, Şermin Bozarslan, Şivan Perwer, Yaşar Kaya, Yılmaz Çamlıbel, Ziya Acar

**********************************************************************************

Çok kişinin bildiği gibi;

         Üstad Bediüzzaman 130 parça eserinin hiçbir yerinde adını “Seîdê Kurdî” olarak yazmamıştır.

         Bütün hayatı Türklerin arasında geçmiş, Kürt kardeşlerimiz yanında,  çoğunluk talebeleri Türklerden  olmuştur.

         Hayatının hiçbir safhasında Kürtcülük veya ayrımcılık yapmamış, daima Türk-Kürt, Arap-Türk kardeşliğine vurgu yapmıştır.

         Daima menfi milliyetciliğe karşı olmuş, hatta talebelerinden birinin kürtcülük yapması karşısında bu konudaki fikirlerini açıkça belirtmiştir.

         Kendisi Türk milletini, bütün arızalara rağmen “İslamın Kahraman Ordusu” olarak yadetmiş ve Ayet-i Kerimeye mazhariyetini dile getirmiştir.

         Müslümanlara en ağır zulümlerin yapıldığı bir sırada dahi, devlete isyan edenlere karşı durmuş, yaptıklarının yanlış olduğunu bildirmiştir.

         Daha 1908 lerde bile, İstanbul’da Kürt kimliğini kullanarak isyana teşvik edilen hemşehrilerini uyarmak için kahvehane kahvehane gezip, Türklerle-Kürtlerin birlikte olmaları gerektiğini belirten konuşmalar yapmış, yazılar yazmıştır.

Bütün bunlar gözönüne alındığında; 1908 lerde yapılmak isteniler ayrımcılığın bugünlerde tekrar gündeme gelerek  devam ettiğini görmekteyiz.  Hiçbir Kürt kardeşimizin bu provekatörlerin oyununa gelmemesini diliyorum.

Bu talepte bulunanlar nesebî bakımdan dedelerinin mezarlarını öğrenmek istiyorlarsa,  bu onların en tabii ve hukuki haklarıdır. Ama bir siyasi çalışmaya destek sağlamak ve taraftarlarını tahrik edip, devlete karşı çıkarmak için neseben hiçbir ilgileri olmayan kişiler için talepte bulunuyorlarsa; bu tabii ki, vatana ihanetin delillerinden biridir. En azından istismarcılıktır.Talepteki yazıdan anladığımız kadarı ile bu şahısların Seyit Rıza, Şeyh Said ile nesebi bir ilişkileri yok. Sadece, siyasi istismar var. Bunun delili de, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini de bu isimler arasında saymalarıdır.

SAİD NURSİ SAĞLIĞINDA BU KONUYU KİTAPLARINA YAZMIŞ. MURİSLERİ DE BU VASİYETE UYARAK  (ASKERİ İDARENİN GÖMDÜĞÜ YERDEN ALARAK) MEZARINI KİMSENİN BİLMEYECEĞİ BİR YERE TAŞIMIŞLARDIR.

Said Nursi kendisinin Kürt ve Türk konusundaki fikirlerini 130 parça eserinin çeşitli yerlerinde belirtmiştir. Bu fikirler, bu talebte bulunanların görüşlerine asla uymamaktadır.

O’nun Türkler hakkındaki fikirlerinden bazılarını eserlerinden aşağıya alıyorum. Karar okuyucunun.

Said Nursi’nin Türkler ve Devletle ilgili bazı yazıları:

Benim gibi pek ciddî bir muhabbetle Türk Milletini seven; ve Kur’ânın senasına mazhariyetleri cihetiyle Türk Milletini pek çok takdir eden; ve altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur’ânın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetli taraftar bulunan; ve bin Türkün şehadetiyle, bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk Milletine bilfiil hizmet eden ve kıymettar otuz-kırk Türk gençlerini, namazsız otuz bin hemşehrilerine tercih etmekle bu gurbeti ihtiyar eden ve hocalık haysiyetiyle izzet-i ilmiyeyi muhafaza eden ve hakaik-i imaniyeyi pek vâzıh bir surette ders veren bir insanın; on sene ve belki yirmi-otuz sene zarfında, yirmi-otuz değil, belki yüz, belki binler talebesi, sırf iman ve hakikat ve âhiret noktasında onunla fedakârane bağlansa ve âhiret kardeşi olsalar çok mudur ve zararı mı var? Hiç ehl-i vicdan ve insaf bunları tenkide cevaz verir mi? Ve bunlara cemiyet-i siyasîye nazariyle bakabilir mi?

“Ey efendiler! Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk Milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmerd bin Türk gençlerini işhâd edebilirim.”

“İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlâdları! Altıyüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’anı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ana ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müdhiş tehacümatı def’ettiniz, tâ

يَاْتِى اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِى سَبِيلِ اللّهِ âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve firenk-meşreb münafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!”

“Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!”

“Hükûmetin lâik cumhuriyeti dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anâsır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir.

Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, “Dini reddeder veya dinsiz olur” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i sâfilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar.”

“Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

“Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar. İnşâallah yine Arablar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir. (1908-Hutbe-i Şamiye-45) (Osmanlı döneminde yazılmış eseri)

“İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, -hamal ve gafil ve safdil olduklarından- bazı particiler onları iğfal ile vilâyat-ı şarkıyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hammalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları suretle meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde:

İstibdad, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adâlet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevkeden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz…” (1908)

GÖRÜLÜYOR Kİ,

1-    BU TALEP ASLA SAİD NURSİ  İLE İLGİLİ OLAMAZ  VE  % 100 SİYASİDİR.

2-    HİÇBİR FİKRİ  İLGİLERİ  OLMADIĞI APAÇIK OLAN SAİD NURSİ’Yİ DE, SİYASİ GAYELERİNE ALET ETMEK İSTEMEKTEDİRLER.

3-    SAİD NURSİ ASLEN KÜRD  OLMASINA VE İSMİNİN  İLK  ZAMANLARDA “SAİD KÜRDİ” OLARAK ANILMASINA RAĞMEN; HİÇBİR ZAMAN KÜRTCÜLÜK YAPMAMIŞ, YAPANLARI DA SEVMEMİŞTİR.  İSMİNİ DE Seîdê Kurdî ŞEKLİNDE 130 PARÇA ESERİNİN HİÇBİR YERİNDE YAZMAMIŞTIR.

4-    SAİD NURSİ ASLEN KÜRT OLMASINA RAĞMEN; BÜTÜN ESERLERİNİ TÜRKÇE YAZMIŞTIR. BİR TEK KÜRTÇE ESERİ YOKTUR.

5-    DEVLETE İSYAN EDEN VE SİZİN BUGÜN MEZARINI SORDUĞUNUZ KİŞİLERE DE DEVLETE İSYANIN CAİZ OLMADIĞINI, YANLIŞ YAPTIKLARINI BİLDİRMİŞ VE ONLARI HİÇBİR ŞEKİLDE DESTEKLEMEMİŞTİR.

6-    TALEBELERİNİN BÜYÜK BİR KISMI TÜRK OLAN SAİD NURSİ, “MENFİ MİLLİYETÇİ (KÜRDCÜ) BİR IRKDAŞIMI, MÜSLÜMAN BİR TÜRK KARDEŞİME TERCİH ETMEM” DİYE YAZARAK; KÜRTCÜLÜGE GİRİŞEN BİR TALEBESİNİ TEKDİR ETMİŞ VE YANLIŞ HAREKETİNDEN DÖNMESİNİ SAĞLAMIŞTIR.

7-    “TÜRKLERE KILIÇ ÇEKİLMEZ” DİYEREK DEVELETE İSYAN EDEN KÜRDCÜLERE YANLIŞLIĞI GÖSTERMİŞTİR.

8-    “TÜRKLER, İSLAMIN KAHRAMAN BİR ORDUSUDUR” DİYEREK, TÜRK MİLLETİNİ YÜCELTMİŞ; TÜRKLERE VE TÜRK DEVLETİNE SAHİP ÇIKMIŞTIR.

9-    SAİD NURSİ, DAHA SAĞ İKEN ESERİNDE MEZARININ BİLMEMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLEMİŞTİR; “Benim kabrim gayet gizli bir yerde… bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”  

10- SAĞLIĞINDA DA “Dostlar uzaktan ruhuma fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki azami ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevi sebep hissediyorum” demiştir.

BİZLER BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ’NİN TALEBELERİ  OLARAK, KÜRTCÜ VE AYRIMCI BU SİYASETCİLERDEN,  BEDİÜZZAMANIN İSMİNİ VE RESMİNİ KULLANMAMALARINI TALEP EDİYORUZ. 

ÜSTADIN EN YAKIN TALEBESİ VE MİRASCILARINDAN SAYIN MUSTAFA SUNGUR DA BU KONUYA BİR BASIN TOPLANTISI İLE CEVAP VERMİŞTİR.

Muzaffer DELİGÖZGazeteci-Yazar

Süleymanname

Sen gül diyarının yapma gülüsün!
Aynı yapmacıkla Çoban Sülü’sün!

Yoktur izlediğin bir dava yolu;
Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün!

Türk’e zıt sermaye merkezlerinden,
Bir zikzaklı yolda hep, güdülüsün!

Milli yekparelik gelmez işine;
Bu yüzden parçalı, bölüntülüsün

Ve devlete mason biraderlerin
Tam da maslahata denk ödülüsün!

Ne sır sendeki bedava oluş!
Problemler içinde en müşkülüsün!

Fikir dağlar boyu kocaman kitap;
Sen de o kitabın bir virgülüsün!

Böyleyken ustasın gözbağcılıkta;
Cüceler sirkinin baş Herkülüsün!

Gözyaşı ve çığlık vatanında sen,
Hüzün bahçesinin şen bülbülüsün!

Büzülmüş susarken mahzun hakikat,
Davuldan ziyade gümbürtülüsün!

Teokratik rejim olmaz deyip de,
Peşinden müslüman görüntülüsün!

Kolera, vergiler, zamlar, enflasyon;
Bir felaketsin ki, binbir türlüsün!

Gelirsiz giderli bütçelerinle,
Her yıl, milyar milyar köpürtülüsün!

Okka okka vicdan satın alırsın;
Topuzu altından oy baskülüsün!

Bir gökdelen sanır seni gören göz;
Bilmez ki, temelden çöküntülüsün!

Büyük Kongre, dikiş tutturduğun yer;
Meclise gelince söküntülüsün!

Bağlısın hak bilmez yeminlilere;
Hakkı bilenlerden çözüntülüsün!

Üçbuçuk mebusa kaldı diye fark,
Kimbilir, ne kadar üzüntülüsün!

Millet gökten adam dilensin, dursun!
Ümit fakirinin keşkülüsün!

Kuzum, senin neren Anadolludur?
Türk’e Amerikan püskürtülüsün!

Farkın şu ki, eski Başbakanlardan,
Sen o belaların son püskülüsün!

Necip Fazıl Kısakürek – 1971

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın