TC Hükûmetleri 1920-2019

Muzaffer Deligöz – Gazeteci-Yazar

1920-1950 arası kurulan Hükûmetler:
MUVAKKAT İCRA VEKİLLERİ HEYETİ 25.04.1920 – 03.05.1920 
I.İCRA VEKİLLERİ HEYETİ 03.05.1920 – 24.01.1921 M.KEMAL PAŞA (ATATÜRK)  
II.İCRA VEKİLLERİ HEYETİ 24.01.1921 – 19.05.1921 FEVZİ PAŞA (ÇAKMAK) III.İCRA VEKİLLERİ HEYETİ 19.05.1921 – 09.07.1922 FEVZİ PAŞA (ÇAKMAK) IV.İCRA VEKİLLERİ HEYETİ 12.07.1822–04.08.1923 HÜSEYİN RAUF BEY (ORBAY)   V.İCRA VEKİLLERİ HEYETİ14.08.1923 – 27.10.1923 ALİ FETHİ BEY (OKYAR)  1.HÜKÜMET 30.10.1923 – 06.03.1924 İSMET PAŞA (İNÖNÜ)  
2.HÜKÜMET 06.03.1924 – 22.11.1924 İSMET PAŞA (İNÖNÜ)  
3.HÜKÜMET 22.11.1924 – 03.03.1925 ALİ FETHİ BEY (OKYAR)  
4.HÜKÜMET 03.03.1925 – 01.11.1927 İSMET PAŞA (İNÖNÜ) 
5.HÜKÜMET 01.11.1927 – 27.09.1930 İSMET PAŞA (İNÖNÜ) 
6.HÜKÜMET 27.09.1930 – 04.05.1931 İSMET PAŞA (İNÖNÜ) 
7.HÜKÜMET 04.05.1931 – 01.03.1935 İSMET PAŞA (İNÖNÜ) 
8.HÜKÜMET 01.03.1935 – 01.11.1937 İSMET İNÖNÜ 
9.HÜKÜMET 01.11.1937 – 11.11.1938 CELAL BAYAR 
10.HÜKÜMET11.11.1938 – 25.01.1939 CELAL BAYAR 
11.HÜKÜMET25.01.1939 – 03.04.1939 REFİK SAYDAM 
12.HÜKÜMET03.04.1939 – 09.07.1942 REFİK SAYDAM
13.HÜKÜMET09.07.1942 – 09.03.1943 ŞÜKRÜ SARACOĞLU
14.HÜKÜMET09.03.1943 – 07.08.1946 ŞÜKRÜ SARACOĞLU 
15.HÜKÜMET07.08.1946 – 10.09.1947 RECEP PEKER 
16.HÜKÜMET10.09.1947 – 10.06.1948 HASAN SAKA 
17.HÜKÜMET10.06.1948 – 16.01.1949 HASAN SAKA 
18.HÜKÜMET16.01.1949 – 22.05.1950 ŞEMSETTİN GÜNALTAY

1950-1980 arası kurulan Hükûmetler:
19.HÜKÜMET 22.05.1950 – 09.03.1951 ADNAN MENDERES 
20.HÜKÜMET 09.03.1951 – 17.05.1954 ADNAN MENDERES 
21.HÜKÜMET 17.05.1954 – 09.12.1955 ADNAN MENDERES 
22.HÜKÜMET 09.12.1955 – 25.11.1957 ADNAN MENDERES 
23.HÜKÜMET 25.11.1957 – 27.05.1960 ADNAN MENDERES 
24.HÜKÜMET 30.05.1960 – 05.01.1961 CEMAL GÜRSEL 
25.HÜKÜMET 05.01.1961 – 20.11.1961 CEMAL GÜRSEL 
26.HÜKÜMET 20.11.1961 – 25.06.1962 İSMET İNÖNÜ 
27.HÜKÜMET 25.06.1962 – 25.12.1963 İSMET İNÖNÜ 
28.HÜKÜMET 25.12.1963 – 20.02.1965 İSMET İNÖNÜ 
29.HÜKÜMET 20.02.1965 – 27.10.1965 SUAT HAYRİ ÜRGÜPLÜ 
30.HÜKÜMET 27.10.1965 – 03.11.1969 SÜLEYMAN DEMİREL 
31.HÜKÜMET 03.11.1969 – 06.03.1970 SÜLEYMAN DEMİREL 
32.HÜKÜMET 06.03.1970 – 26.03.1971 SÜLEYMAN DEMİREL 
33.HÜKÜMET 26.03.1971 – 11.12.1971 NİHAT ERİM 
34.HÜKÜMET 11.12.1971 – 22.05.1972 NİHAT ERİM 
35.HÜKÜMET 22.05.1972 – 15.04.1973 FERİT MELEN 
36.HÜKÜMET 15.04.1973 – 26.01.1974 NAİM TALÛ
37.HÜKÛMET 26.01.1974 – 17.11.1974 BÜLENT ECEVİT 
38.HÜKÜMET 17.11.1974 – 31.03.1975 SADİ IRMAK 
39.HÜKÜMET 31.03.1975 – 21.06.1977 SÜLEYMAN DEMİREL 
40.HÜKÜMET 21.06.1977 – 21.07.1977 BÜLENT ECEVİT 
41.HÜKÜMET 21.07.1977 – 05.01.1978 SÜLEYMAN DEMİREL
42.HÜKÜMET 05.01.1978 – 12.11.1979 BÜLENT ECEVİT 
43.HÜKÜMET 12.11.1979 – 12.09.1980 SÜLEYMAN DEMİREL 

1980-2019 arası kurulan Hükumetler:
44.HÜKÜMET 12.09.1980 – 13.12.1983 BÜLENT ULUSU
45.HÜKÜMET 13.12.1983 – 21.12.1987 TURGUT ÖZAL
46.HÜKÜMET 21.12.1987 – 09.11.1989 TURGUT ÖZAL
47.HÜKÜMET 09.11.1989 – 23.06.1991 YILDIRIM AKBULUT
48.HÜKÜMET 23.06.1991 – 20.11.1991 MESUT YILMAZ
49.HÜKÜMET 21.11.1991 – 25.06.1993 SÜLEYMAN DEMİREL 
50.HÜKÜMET 25.06.1993 – 05.10.1995 TANSU ÇİLLER
51.HÜKÜMET 05.10.1995 – 30.10.1995 TANSU ÇİLLER
52.HÜKÜMET 30.10.1995 – 06.03.1996 TANSU ÇİLLER
53.HÜKÜMET 06.03.1996 – 28.06.1996 MESUT YILMAZ
54.HÜKÜMET 28.06.1996 – 30.06.1997 NECMETTİN ERBAKAN
55.HÜKÜMET 30.06.1997 – 11.01.1999 MESUT YILMAZ
56.HÜKÜMET 11.01.1999 – 28.05.1999 BÜLENT ECEVİT
57.HÜKÜMET 28.05.1999 – 18.11.2002 BÜLENT ECEVİT
58.HÜKÜMET 18.11.2002 – 14.03.2004 ABDULLAH GÜL
59.HÜKÜMET 14.03.2003 – 29.08.2007 R.TAYYİP ERDOĞAN
60.HÜKÜMET 29.08.2007 – 06.07.2011 R.TAYYİP ERDOĞAN
61.HÜKÜMET 06.07.2011 – 29.08.2014 R.TAYYİP ERDOĞAN

Cumhurbaşkanlığı Kabinesi:

  1. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi 29.08.2014 – 24.06.2018 R.TAYYİP ERDOĞAN
  2. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi 24.06.2018 – devam ediyor R.TAYYİP ERDOĞAN

TAHLİL:

1- 1920-1950 arası 30 yılda: 24 Hükûmet kurulmuş olduğundan her 1,25 yılda bir kuruluş var.

2- 1950 – 2014 arası 64 yılda: 61 Hükûmet kurulmuş olduğundan her 1,05 yılda bir kuruluş var.

3- Mevcut hükûmetin varlığı Başkana bağlı olduğundan, Başkanlık seçimi de 2023 de yapılacağından 2014 – 2023 arası 9 yılda 2 Hükûmet kurulmuş olacağından her 4,5 yılda bir kuruluş olacak.

Kut’ül Amâre’de 13 bin 390 İngiliz askeri, Osmanlı kuvvetlerine teslim oldu..

29 Nisan 1916 günü Irak topraklarında büyük bir zafer daha kutlanıyordu: Kut’ul Amâre!

Çanakkale Zaferi’nden sonra elde edilen en büyük zafer olan Kutul Amare’de, 13 bin İngiliz askeri ile 500’e yakın içinde generalin de bulunduğu subay grubu esir alındı.

Bütün dünya bu zafer karşısında şaşkınlığını gösterirken; güneş batmaz İmparatorluk üzerinde bir güneş doğuyordu: Türk güneşi! İşte bu güneş Arap çöllerinde İngiliz hayallerini toprağa gömüyordu.

Türkiye’ye girmesi 12 Mart 1921’de çıkartılan bir kararname ile yasaklamış ve Anadolu’nun herhangi bir bölgesine geldiği takdirde derhal sınırdışı edilmeleri emredilmişti. Paşa, hakkındaki yasağa rağmen 1921 Nisan’ında Batum üzerinden Trabzon’a gelmiş, burada iki buçuk ay kaldıktan sonra sınırdışı edilmiş ve memlekete yasağın 1922 Ağustos’unda bir başka kararname ile iptal edilmesi üzerine dönebilmişti.

Sınıf arkadaşı Mustafa Kemal gibi o da müzmin bir rakı tiryakisi idi. Yalnız Halil Paşanın Mustafa Kemal’den bir farkı, mezarına rakı dökülmesini vasiyet edecek kadar rakıyı sevmesidir.

Çanakkale ve Kutul Amare’deki zaferlere imza atan ordularda  pişen genç subaylar daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda öncü kadrosu oldular.

Hedef Bağdat

Büyük kuvvetlerle Çanakkale’ye saldıran İngilizler, aynı tarihlerde de Arap topraklarında adım adım ilerliyorlardı. Çanakkale yenilgisinden sonra ağırlıklı olarak Arap Cephelerine kuvvet kaydıran İngilizler bölgenin kalbi Bağdat’ı ele geçirmek istiyorlardı. General Tawshend komutasındaki İngiliz birlikleri 24 Temmuz 1915 günü Bağdat’a doğru hücuma geçti. Bu ilerleyiş karşısında Irak Umum Kumandanı Nurettin Bey komutasındaki birlikler 28 Eylül 1915 tarihinde İngiliz birlikleri karşısında Kutul Amare’den çekildi ve İngilizler burayı işgal ettiler. 22 Ekim günü ise İngiliz birlikleri Bağdat üzerine iki koldan yürümeye başladılar. Bu birlikler Selman Pakt’ta Nurettin Bey komutasındaki birlikler tarafından 22 Kasım günü durduruldu. İngilizler tekrar Kutul Amare’ye geri çekilmek zorunda kaldılar. 23 Kasım günü de Türk birlikleri hücuma kalktı. Türk birlikleri ile İngiliz birlikleri arasında birçok yerde çok çetin çatışmalar oldu. Zaman zaman Türk birlikleri geri çekilse de genel saldırısını durdurmadı. 5 Aralık günü Türk birlikleri, Kutul Amare önlerine geldiler. Aralık ayı boyunca Kutul Amare’de sıkışan İngiliz birlikleriyle çok çetin çatışmalar oldu.

İngilizler kuşatıldı

Türk birlikleri Kutul Amare’de İngilizleri tam manasıyla kuşatmış ve bir çember içine almışlardı. Bunu yarmak için İngiliz birlikleri zaman zaman takviye aldıysa da başarılı olamadı. Mart ayına kadar süren bu kuşatma sırasında İngilizler içinde büyük kayıplar oluyordu. Nehirlerden yapılan cephane ve yiyecek yardımı yeterli olmuyordu. Çünkü Türk birlikleri buralara da sarkıyordu. İngilizler içinde huzursuzluk da artıyordu. İngiltere’nin yeterince işi ciddiye almadığından da yakınıyorlardı. Bu yarma sırasında Sabis bölgesinde Ali İhsan Bey komutasındaki birliklerle de başarılı çarpışmalar oluyordu. Sabis Meydan Muharebesi olarak da tarihe geçen bu çatışmalarda Türkler büyük başarılar elde ediyordu. 10 Mart 1916 günü zor durumda bulunan İngiliz birliklerine, Türk Komutanlığı tarafından teslim olma önerisi verildi. İngilizler buna olumlu cevap vermedi. İngilizler 6 Nisan günü büyük bir saldırıya geçerek yarma harekâtına giriştiler, ancak başarılı olamadılar ve çok büyük kayıplar verdiler.

“Baltacı devri geride kaldı”

9 Nisan 1916 günü İngiliz Komutanı Tawshend’e Halil Paşa’nın “teslim ol” çağrısı gitti. General buna, “Türkler muharebe sahasında daima iyi asker ve necip insandırlar; fakat ben henüz teslim olmayı düşünmüyorum” cevabını verdi. 22 Nisan günü İngiliz birlikleri General Tawshend komutasında 5 bin kişilik bir birlikle hücuma geçtiler. Bundan da sonuç alamadılar. 3 bin ölü vererek geri çekildiler. Arada Hali Paşa’ya rüşvet teklif ederek kuşatmanın kaldırılmasını istediler. Hali Paşa da bu tarihî teklife şu anlamlı cevabı verdi: “Baltacı devirleri geride kaldı!”Sayfa 2 / 3

Ve tarihî an geldi: “Beyaz bayrağı çekiyorum!”

Bu hücum ve tekliften sonra sonuç alamayacaklarını anlayan İngilizler, General Tawshend’ın yazısıyla teslim olacaklarını bildirdiler. General Townshend şu satırları içeren telgrafı, İngiliz Avrupa Kuvvetleri Karargâhına gönderiyordu:

“Kut’daki muhafızlarımızı almak üzere bir Türk alayı yaklaşmaktadır. Hem kalenin hem de şehrin üzerine beyaz bayrağı çektim. Taburlar saat 2’de Şumran yakınındaki kampa girmeye başlıyorlar. Biz telsizi yavaşça imha ediyoruz ki, bu iş yapılmaya değer. Kut’dan bütün gemiler ve istasyonlara elvedâ ve hepinize iyi şanslar… 29 Nisan 1916, Saat: 13.35, General Towshend”

İngiliz birlikleri ellerindeki topları imha ettikten sonra 13’ü general 476’sı subay olmak üzere 13 bin 390 kişilik mevcuduyla kayıtsız ve şartsız olarak Türk kuvvetlerine teslim oldular. İngilizler öle ve yaralı 23 bin kayıp verirken Türk Ordusu da 10 bine yakın şehit ve yaralı verdi. Bu tarihi zafer üzerine 6’ncı Ordu Kumandanı Mirliva Halil Paşa, ordusuna şu mesajı çekiyordu: “Bugüne ‘Kut Bayramı’ namını veriyorum.”

Bu zafer Avrupa’da tam manasıyla şok etkisi yarattı. Bütün gazeteler Türk’ün zaferini yazmak zorunda kalırken, İngilizler için de “Çanakkale’den sonra en büyük hezimete uğradı” değerlendirmesini yaptılar. Gerçekten de en büyük zaferdi. Ancak gelin görün ki diğer cephelerdeki yenilgiler ve yanlış sevk ve idare bu zaferi başarısızlığa dönüştürdü. Bir süre sonra buradaki Türk birlikleri -Almanya’nın etkisiyle- İran cephesine gönderildi ve zayıf kalan bu cepheye İngilizler 1917 yılı başında büyük kuvvetler yığarak bekledikleri güce ulaştı ve 11 Mart 1917’de Bağdat’ı geri aldılar. Daha sonra da Musul’a doğru ilerlediler. Petrol yatakları Musul’u, Türk direnişi karşısında alamadılar. Ta ki mütarekeye kadar… Mütarekede bile buralar elimizdeydi. Mondros Mütarekesi’nden üç gün sonra burayı da haksız bir şekilde oldubittiyle işgal ettiler.

İlginçtir bu bölgede görev yapan ve adlarını iki büyük zafere attıran Ali İhsan ve Halil Paşalar yıllar sonra soyismi olarak bu bölgenin isimlerini aldılar. Sabis ve Kut! Bu vesileyle Arap çöllerinde canlarını veren aziz şehitlerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz.

Kaynaklar:

Dr. Kemal Arı, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara, 1997.

Halil Paşa, Bitmeyen Savaş, Yay. Haz. : M. Taylan Sorgun, 7 Gün Yayınları, İstanbul, 1972.

Cephelerden Kurtuluş Savaşı’na 1. Dünya Savaşı –Cepheler-, C. 1, T.C. Kültür Bakanlığı, yty.

CHP’nin girdiği seçimler, aldığı oylar ve sıralar..

CHP nin 1950′ DEN SONRAKİ SEÇİM SERÜVEN

Atatürk tarafından kurulmuş olan CHP,  1946 seçimlerine kadar karşısında ciddi bir rakip olmadan geldi. Zaten o günlere kadar parti; hem devlet, hem siyaset hem de kültür alanında tek söz sahibi ve karar vericisi idi. Devletin Valileri, bulundukları şehrin hem Belediye Başkanı hem de CHP İl Başkanı idiler. Parti ve Devletin bu derece iç içe geçtiği o zamanda; Siyasi Parti, Demokratik nizam veya Serbest seçimler gibi  mefhumlar, Devlet Başkanından halkın en aşağıdaki ferdine kadar bir mana ifade etmeyen söylemler idi. Partinin Başkanları “Ebedi Şef” veya “Milli Şef” olarak nitelendirilerek; her şeyin hakimi idiler.

Ancak Dünya durmuyor, devamlı değişiyordu. 1945 lere gelindiğinde, yoğunlaşan dış baskılara karşı duramayan “Milli Şef”,  kendi partisinden bazı kişilere muhalefet yapmak üzere bir siyasi parti kurdurmak zorunda kaldı. 

Bunu kendisi için kurtuluş vesilesi yapmak isteyen millet, 1946 seçimlerinde öyle bir davranış sergiledi ki; göstermelik partinin yöneticileri dahi artık bu işin ciddiye alınması gerektiğini anladılar.. Ve DP millete sahip çıktı. Bu sebepledir ki, 1950 seçimlerinde; Devletin Makus talihini yenen, Galip Kumandan, Devletin Kurucusu ve “Milli Şef” iktidarı halkın arzularına teslim etmek zorunda kaldı.

DP; milleti memnun edeyim, devleti geri kalmışlıktan kurtarayım derken, bürokratları ve askerleri unuttu. CHP zamanı zaten bir bürokrat ve asker yönetimi idi. DP‘nin bunu unutmuş olması, Onların CHP sevgisiyle ve özlemiyle büyümesine sebep oldu. Çok söylenilen “Hükumet oldular ama iktidar olamadılar” sözü bu sebeple bir gerçek oldu.

1950 den 1960’a gelindiğinde; CHP yapılan 3 seçimi de kazanamamış ama, bürokrasinin ve ordunun yardımıyla her arzusunu yaptırabilen bir parti olmuştu. Bunu kullanarak iktidar özlemini seçim dışında aradı ve  Asker-Profesör-bürokrat ittifakının yardımı ile 60 askeri İhtilalinin yapılmasını sağladı. Bu hareket CHP nin beklediği gibi İnönü’yü iktidara taşıdı.

CHP,  Askerlerin baskısı altında yapılan 1961 seçimlerinde AP yi  2 puan geçerek %36.74 ile iktidarı ele alabildi ise de, askerlerin olmadığı müteakip ilk seçimde millet yine CHP yi iktidardan aldı. 1965 seçimlerinde CHP nin oyları % 28,75 düştü. AP ise, %52,87 almıştı.

1969 seçimleri AP yi iktidardan indirmedi. AP: % 46,55, CHP ise % 27,37 oldu.

1973 seçimlerinde milletin Demirel ve ekibinden bıkkınlığını, CHP nin başındaki Ecevit,  “Karaoğlan” imajı ile çok güzel kullandı. CHP: %33.29 AP: %29,82. Bu seçimde AP nin oyları DP, MSP, MHP ve MP arasında bölüşüldü. Artık Türk siyasi hayatında gerçekten çok partili ve renkli dönem başlamış oldu. Özellikle Erbakan’ın siyasete gelmesi ile..

1977 seçimlerinde eski CHP olmaktan çıktığı imajını güzel işleyen Ecevit’in, Kıbrıs Harekatını da kullanması sonucu CHP % 41,39 ile birinci parti oldu.  MSP, MHP ve DP nin oylarını bölmesine karşın yine de AP  % 36,89 ile 2. Parti oldu.  Gerçi bu seçimde CHP ye gidebilecek oyları da CGP, TBP ve TİP böldü.

1982 de askerler tarafından gerçekleştirilen 12 Eylül darbesiyle CHP ve AP kapatıldılar. Böylece Atatürk’ün 1923 de kuruduğu CHP,  59 yıl sonra “Atatürk’ün İzinde” ki askerler tarafından kapatılmış ve bütün mal varlığı Devlete aktarılmış oldu.

Askeri yönetim,  6.Kasım.1983 tarihinde yapılacak seçimlere CHP nin devamı kabul edilen SODEP ‘i de veto ederek iştirak ettirmedi.

6 Kasım 1983 seçimlerinde 3 parti seçime girdi. CHP seçmenine hitapeden Halkçı Parti %30 oy aldı. ANAP %45,14 oy alarak tek başına iktidara geldi . Bu seçimlerde askerlerin kurdurduğu MDP de hatırı sayılır bir oy aldı: %23,27

26 Eylül 1985‘te SODEP ve HP birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adını aldı. Bu birleşmeye; 1985 yılında Rahşan Ecevit tarafından kurulan Demokratik Sol Parti (DSP) dahil olmak istemedi. 30 Mayıs 1986’da SHP 1.Kurultayında  Erdal İnönü genel başkan seçildi. 26 Eylül 1986’da yapılan milletvekili araseçimlerde.SHP %22 oy aldı.

29 Kasım 1987 genel seçimlerinde SHP %24, DSP %8.5 oy aldı. ANAP % 36,31 ile 1. Parti oldu.

25 Haziran 1988‘de yapılan kongrede SHP genel başkanlığına tekrar Erdal İnönü’nün seçilmesine rağmen, partiye Deniz Baykal grubu hakim oldu.

26 Mart 1989 yerel seçimlerini SHP kazandı. SHP; İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanlıklarıyla 39 ilin belediye başkanlığını kazandı. CHP İl genel meclisi seçimlerinde ise,  %28.8 oy aldı.

29 Eylül 1990′daki SHP 6.Olağanüstü Kurulunda Deniz Baykal’ın da aday olduğu Genel Başkanlık seçimini Erdal İnönü kazandı. Hikmet Çetin Genel Sekreterliğe seçildi.

Haziran 1991′deki olağan kurultayda İnönü-Baykal bir defa daha karşı karşıya geldi ve kazanan İnönü oldu

20 Ekim 1991 de yapılan seçimlere SHP, Halkın Emek Partisi (HEP) ile birlikte katıldı. Ancak, seçimi DYP kazandı. DYP %27,03,  ANAP: % 24,01, SHP ise %20,75 oy aldı. Seçimlerden sonra SHP den Meclise giren Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye kalkışması ortalığı karıştırdı.21 Mart 1992 de SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler. 20 Kasım 1991’de Hükûmet, DYPSHP koalisyonu olarak kuruldu.

25 Ocak 1992′deki SHP 7.Olağanüstü Kurultayında  İnönü, Baykal’ı bir kez daha yendi ve Genel Başkanlığa seçildi.

CHP Tekrar Açılıyor : 9 Eylül 1992

Haziran 1992‘de eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa kaldırıldı. 3 Mayıs 1992′de CHP‘nin son Genel yönetim Kurulu üyeleri bir bildiri yayınlayarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden açılacağını duyurdular..Bildiriyi yayınlayan üyeler şunlardı: Erol Tuncer, Hayrettin Uysal, Altan Öymen, Metin Somuncu, Metin Tüzün, Erdoğan Bakkalbaşı, Coşkun Karagözoğlu, Orhan Akbulut, Avni Gürsoy, Güler Gürpınar, Mehmet Gümüşlü, Hayri Öner, Celal Doğan, Nebil Oktay, Nail Atlı, Mehmet Dedeoğlu, Çetin Bozkurt, Hüseyin Doğan, İlyas Kılıç, İsmet Atalay, Orhan Vural.

9 Eylül 1992′de CHP 25.kurultayı 1980 öncesinde son kurultaya katılan delegelerle toplandı. Partinin tekrar açılmasına karar verildi. Genel başkan Deniz Baykal oldu. Böylece Deniz Baykal; Atatürk,İnönü ve Ecevit‘ten sonra dördüncü CHP genel başkanı olarak CHP nin başına  geçti.

CHP nin devamı olarak kurulmuş olan SHP ve DSP yeni kurulan CHP ile birleşmeyi kabul etmediler. Ancak, İsmail Cem, Erol Çevikçe, Hasan Fehmi Güneş,Adnan Keskin, İstemihan Talay, Ali Topuz gibi bazı üst yöneticiler CHP ye geçtiler.

6 Mart 1994 yerel seçimlerineSHP, DSP ve CHP ayrı ayrı girdi. Bu 3 sol parti toplam oyların ancak %25’şini alabildi. CHP ise, sadece %4.7 oranında oy aldı.

Bu durum karşısında 18.Şubat.1995 de toplanan SHP Kurultayı’nda parti feshedildi ve  CHP’ye katılım kararı alındı.

Birleşme sonucu yapılan Genel Kurulda Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP Genel Başkanı seçildi. Çetin, CHP‘nin 5. Genel Başkanı oldu.

9 Eylül 1995‘de yapılan kurultayda ise Deniz Baykal yeniden Genel Başkanlığa geldi. 30 Ekim 1995’de DYP ve CHP bir koalisyon hükümeti kurdu.Bu hükümette CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı.

24 Aralık 1995’te yapılan seçimlerde.CHP kılpayı %10 barajını aşarak TBMM‘ye girdi. Seçimlerin galibi ise Refah Partisi olmuştu.RP %21.3 oy aldı.CHP %10.7 oyla ancak 49 milletvekili elde edebildi. SHP ile birleşmek de yeterli gelmedi.. DSP ise %14 oy almıştı. ANAP-DSP-DTP koalisyonu kuruldu.CHP bu koalisyona dışarıdan destek verdi. Ancak 1998 Kasım ayında Türkbankihalesi yolsuzluğuna Başbakan Mesut Yılmaz‘ın adı karışınca CHP hükümete gensoru verdi ve koalisyon düşürüldü.

Daha sonra DYP, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit başbakanlığındaki  azınlık hükümetine destek verdi.Ecevit 11 Ocak 1999’da 21 yıl sonra tekrar başbakan oldu.

1999 Seçimlerinde CHP TBMM Dışında Kaldı

18 Nisan 1999 da yapılan seçimlerde Bülent Ecevit‘in DSP‘si %22.1 oy alarak birinci parti oldu. CHP % 8.7 oy almış ancak %10 barajını geçemediği için TBMM dışında kalmıştı.

Deniz Baykal seçim yenilgisinden kendisinin sorumlu olduğunu belirterek 22 Nisan 1999’da genel başkanlıktan istifa etti. 22 Mayıs 1999‘da toplanan 9.Olağanüstü Genel kurulda Altan Öymen genel başkanlığa seçildi. Haziran ayında  yapılan  10. Olağanüstü Genel Kurulda ise yalnızca parti meclisi üyeleri seçimi yapıldı.

Deniz Baykal, CHP nin 30 Eylül 2000 tarihinde toplanan 11.Olağanüstü Genel Kurulunda Baykal genel başkanlığa tekrar getirildi .Bu dönemde CHP, Meclis dışında olmasına rağmen muhalefet görevini başarı ile yaptı.

Ekonomi 2001 krizinden sonra ABD’den gelen iktisatçı Kemal Derviş‘e teslim edilmişti. Başbakanın sağlık durumunun bozulması ve MHP’nin bulunmadığı hükümet modellerinin konuşulmaya başlanması üzerine 3 Kasım 2002’de erken seçime gidilmesine karar verildi. Bu sırada DSP grubunun yarısı partiden ayrılarak İsmail Cem’in Genel Başkanlığında Yeni Türkiye Partisi‘ni kurdu. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, Ağustos 2002 de CHP‘ye katıldı. CHP 3 Kasım 2002 seçimlerine Kemal Derviş’ten başka; Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, sanatçı Zülfü Livaneli, İlahiyatçı Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi yeni iştiraklerle girmeye hazırdı.

3 Kasım 2002 genel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan‘ın başında olduğu Ak Parti tek başına iktidara geldi.Ak Parti %34.4,  CHP ise %19.4 oy aldı. Böylece TBMM iki partiden oluştu.

İktidardaki Ak Parti’nin Genel Başkanı Recep Tayyip  Erdoğan’ ın siyasi yasağının kalkması için mecliste yapılan anayasa değişikliğine CHP destek verdi. Mart 2003‘te Siirt’te yenilenen seçimlerde Ak Parti 3 milletvekilliğini daha kazandı.

CHP ile Ak Parti Hükumeti arasındaki ilk ciddi tartışma ABD’nin,Irak‘ı işgal için Türkiye topraklarını kullanma izni verilmesi hakkındaki hükümet tezkeresi üzerine çıktı. Bu tezkere,  1 Mart günü CHP ve Ak Parti‘li bir grup milletvekilinin oylarıyla reddedildi.

2003 yılı Ekim ayında yapılan CHP 30.Genel Kurulunda Baykal ve ekibi tekrar seçildiler.

28 Mart 2004 yerel seçimlerinde Ak Parti % 41 oy alırken CHP ancak % 18 oy alabildi. Büyük İllerin çoğunluğunda Ak Parti Belediye Başkanlıklarını kazandı. Yıllardır CHP‘nin kalesi olarak nitelendirilen bölgelerde bile AKP kazanmıştı.

1999 yerel seçimlerine göre CHP ‘nin %13 olan oyu %18’e çıkmıştı ama Baykal’a olan muhalefet gittikçe artıyordu.. Şişli Belediye Başkanlığına %65 oy alarak gelen Mustafa SarıgülCHP‘yi iktidara taşıyacağını iddia ederek Genel Başkan olmak istiyordu. 

3 Temmuz 2004‘de yapılan 12..Olağanüstü Genel Kurulda delegelerden güvenoyu  alan Baykal, güçlenerek Genel Başkanlığa devam etti.

24 Ekim 2004‘te Yeni Türkiye Partisi (YTP),  kendisini feshetti ve CHP‘ye katıldı.

Mustafa Sarıgül  muhalefetini sürdürmeye devam ediyordu. CHP Yönetimince disiplin kuruluna sevkedilen  Sarıgül‘ün ihracı kurulca kabul edilmedi.

Genel Başkan Deniz Baykal kararın rüşvetle alındığını belirterek 29 Ocak 2005‘te Olağanüstü Genel Kurulu topladı..Kurultay öncesi Baykal,Sarıgül ve Livaneli aday olduklarını açıkladılarsa da, daha sonra Livaneli adaylıktan çekildi. Genel Kurul’da büyük kavgalar çıktı, yaralanmalar oldu, salon tamamen tahrip edildi. Baykal ile Sarıgül arasında çok şiddetli tartışmalar oldu.  Baykal,  çoğunluk oyları alarak  güven tazeledi.Genel Kurul sonrası partiden istifalar oldu ise de meclis grubunun büyük kısmı partide kaldı.İstifa eden milletvekillerinin bir kısmı bağımsız kalırken bir kısmı da SHP‘ye geçti.

19-20 Kasım 2005‘te toplanan 31.Olağan Genel Kurulda  Deniz Baykal oyların tamamını  alarak genel başkanlığa devam etti.

2007 de yapılacak Genel seçimlerin  2006 yılı sonunda yenilenmesi konusundaki CHP çabaları sonuç vermedi ve  2007 Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Genel seçimlerin yapılacağı kesinleşti.

Başbakan Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanlığına aday olmaması için CHP nin giriştiği şidetli muhalefeti, başta YÖK olmak üzere bazı Sivil Toplum Kuruluşları devam ettirdiler. CHP bütün anayasal hakların kullanılacağını açıkladı.

1950 -2019 arası yapılan Seçimlerde CHP

14 Mayıs 1950    Genel Seçimleri      2. Parti     3.176.561 oy     CHP

02 Mayıs 1954    Genel Seçimleri      2. Parti     3.161.696 oy     CHP

27 Ekim 1957      Genel Seçimleri      2. Parti     3.753.136 oy     CHP

15 Ekim 1961      Genel Seçimleri      1. Parti     3.724.752 oy     CHP

10 Ekim 1965      Genel Seçimleri      2. Parti     2.675.785 oy     CHP

12 Ekim 1969      Genel Seçimleri      2. Parti     2.487.163 oy     CHP

14 Ekim 1973      Genel Seçimleri      1. Parti     3.570.583 oy     CHP

05 Haziran 1977  Genel Seçimleri      1 Parti      6.136.171 oy     CHP

06 Kasım 1983    Genel Seçimleri      2. Parti     5.285.804 oy     HP

29 Kasım 1987    Genel Seçimleri      2. Parti     5.931.000 oy     SHP

20 Ekim 1991      Genel Seçimleri      3. Parti     5.066.571 oy     SHP

24 Aralık 1995    Genel Seçimleri      5 Parti      3.011.076 oy     CHP

18 Nisan 1999     Genel Seçimleri      6. Parti     2.716.094 oy     CHP

03 Kasım 2002    Genel Seçimleri      2. Parti     6.113.352 oy     CHP

22 Temm. 2007   Genel Seçimleri      2. Parti       7.317.808 oy   CHP

25 Mart 2009      Yerel Seçimleri       2. Parti     9.218.445 oy     CHP

12 Haziran 2011  Genel Seçimleri      2. Parti     11.155.972 oy   CHP

30 Mart 2014      Yerel Seçimler        2. Parti     12.533.398 oy   CHP

07 Haziran 2015  Genel Seçimleri      2. Parti     11.518.070 oy   CHP

01 Kasım 2015    Genel Seçimleri      2. Parti     12.109.985 oy   CHP

23.Haziran 2018  Genel Seçimleri      2. Parti     11.348.899        CHP

31 Mart 2019      Yerel Seçimler        2. Parti     13.983.928 oy   CHP

———————————————————————————

10.Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı  R.T.Erdoğan     21.000.143 %51,79

23.Haziran 2018  Cumhurbaşkanlığı  R.T.Erdoğan     26.325.188 %52,59

1950-2019 arasında 19  Milletvekili Genel Seçimi, 9 Milletvekili ara seçimi, 14 Yerel Yönetimler seçimi, 8 Cumhuriyet Senatosu kısmi seçimi olmak üzere 50 seçim yapıldı.

69 yılda 50 seçim yapılan PARLAMENTER SİSTEM, her 1,38 yılda bir seçim yapmış oldu. Bu sürede; 7 askeri darbe, ayaklanma, müdahele ve darbe girişimi oldu.     

27 MAYIS 1960 ASKERİN YÖNETİME EL KOYMASI.

22 ŞUBAT 1962 ASKERİ AYAKLANMA

12 MART 1971 ASKERİN MUHTIRA VERMESİ VE HÜKÛMETİN DÜŞMESİ

12 EYLÜL 1980 ASKERİ MÜDAHALE İLE ASKERLERİN YÖNETİME EL KOYMASI

28 ŞUBAT 1997 POST-MODERN ASKERİ DARBE

27 NİSAN 2007 ASKERLERİN E-MUHTIRASI 15 TEMMUZ 2016 FETÖ’CÜ ASKERLERİN DARBE GİRİŞİMİ

Yahudiler Milattan sonra 2000 yıl boyunca Devlet kuramadılar..

TARİH BOYUNCA YAHUDİ DEVLETLERİ

Muzaffer DELİGÖZ

Eastern News Agency – ENA

ABD Başkanının KUDÜS’ü İsrail Devletinin Başkenti ilan etmesi üzerine gelişen olaylar sebebiyle; son İsrail Devleti’nin kuruluşu yanında, tarih boyunca kurulmuş Yahudi Devletlerini de inceledik.

Yahudilerin Hitler’den gördükleri zulmü unutan İsrail Devlet yöneticilerinin, Filistinlilere yaptıkları zulmü, ortaya koydukları devlet terörünü görünce; “Bunlar nasıl bir insan, kendilerine yapılan zulmü ne çabuk unuttular” demek zorunda kalıyoruz.

M. Ö. İki binlerde İsrail oğulları Mısır’da üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler, orada tutsak kaldılar. Ta ki Musa’nın, onları Firavun’un zulmüne karşı gelip kurtulmalarına kadar. İsrailoğulları Ken’an iline ulaşarak kurtuldular, fakat bir devlet kuramadılar.

İlk Yahudi Devletinin kuruluşu M.Ö. 1050 yılında oldu. Şaul’un krallığı altında on iki Yahudi kavmini birleştirip M.Ö. 1050’de İsrail Krallığı adında tarihte ilk defa bir Yahudi devleti kurdu..

Bu devleti takiben Hz. Davut (yaklaşık MÖ 1000 – MÖ 970) Kudüs’ü İsrail ve Yehuda Birleşik Krallığının başkenti yaptı.

M.Ö. 970 yılında, Süleyman Peygamber İsrail Kralı oldu. Hz. Süleyman’ın oğullarının Kral olduğu devletler uzun süre devam etti M.Ö. 722’de Asurluların bu toprakları işgal etmesiyle birlikte Yahudiler bu topraklardan sürgün edildiler.

Yahudiliğin diğer Krallığı olan Yehudalar’ın Babilliler tarafından fethedilerek Kudüs Tapınağını yok etmeleriyle Yahudiler bu bölgeden de kovuldular..

Daha sonra, Mattathias tarafından Haşmonayim Krallığı kuruldu. Mattathias Kudüs’ü bir defa daha başkent yaptı. Haşmoniyam Krallığı yüz yıldan fazla ayakta kaldı. (M.Ö.140-M.Ö.37),

M.S 70 yılında Yahudi-Roma Savaşları, M.S. 135 yılında Bar Kohba Ayaklanması olmuş, çok sayıda Yahudi İsrail diyarını terk etmiş, birçoğu da Roma tarafından köle olarak satılmıştır.

Bundan sonra; 1948 de kurulan İsrail Devletine kadar Yahudiler müstakil bir Devlete sahip olamadılar.

Haşmonayim Krallığı

Haşmonayim Krallığı

Yahudilerin M.Ö ve M.S. Kurdukları Devletler:
1- M.Ö. 1050-1000 Şaul Dönemi İlk Yahudi Devleti olan İsrail Krallığı : 50 yıl,
2- M.Ö. 1000 – 970 Hz Davut döneminde : 30 yıl,
3- M.Ö. 970 – 586 Hz. Süleyman ve oğulları döneminde : 384 yıl
4- M.Ö. 140 – 37 Mattathias döneminde İsrail Haşmonayim Krallığı: 103 yıl olmak üzere;
M.Ö. ki 1000 yıl içinde 567 yıl civarında bir Devletleri olmuştur.
5- M.S ise; 2000 yıl içinde sadece 1948 de İsrail Yahudi Devleti kurulmuş olup, 69 yıldır devam etmektedir.

M.Ö. 63 yılından M.S. 1948 yılına kadar geçen 2011 yıl içinde bir Devletleri olmayan Yahudiler; Dünyanın bütün Devletlerine dağıldılar. Özellikle para ve ticarette söz sahibi olmayı başardılar. Bütün bu imkanlarına rağmen yine de horlandılar, sevilmediler, zulüm gördüler.

ROMALILAR VE YAHUDİLER:

Kudüs’te Roma İmparatorluğunun idaresi altında bulunan Yahudiler zaman zaman Roma’ya karşı ayaklandılar. Bunlardan en önemlisi Bar Kohba İsyanıdır:

Bar Kohba isyanı:

Kudüs’te bulunan Yahudiler, Roma’yı hazırlıksız yakalayıp ayaklandılar. Kral Hadrian’ın ordusu Yahudi ayaklanmasını bastırdı. Bu ordu; 6 yıl öncesinde de bir Yahudi ayaklanmasınıı bastıran Titus’un ordusundan çok daha büyüktü. Roma büyük kayıplar verdi.

Tarihçi Cassius Dio’ya göre 580.000 Yahudi öldürülüp 50 kale ve 985 köy yerle bir edildi. Roma İmp. Hadrian, Yahudiliği kökten silmeye karar verdi.. Tora kanunlarını ve İbrani takvimini yasakladı ve dini liderleri öldürttü. Yahudiler’in kutsal yazıtlarını Tapınak Dağı’nda törenlerle yaktı. Tapınağın olduğu yere biri kendisi ve biri Jüpiter olmak üzere iki heykel diktirdi. Yahudiliği hafızalardan silmek için bölgenin adını haritadan sildi. Bölgenin adını Yahudiye’den, zamanında Yahudiler’in azılı düşmanları olan Filistlerden esinlenerek Suriye Filistini koydu ve Filistin adı bugüne kadar devam etti. Kudüs’e Yahudiler’in girmesini yasakladı.

Birinci Yahudi-Roma savaşı’na kıyasla bu ayaklanma sonrasında daha çok Yahudinin öldürüldüğünü, sürüldüğünü veya köle olarak satıldığı yazılmaktadır.. Bu olaylardan sonra Yahudiliğin dini merkezi bu bölgeden Babil’e kaydı. Celile’de 2-4. yy arasında Kudüs Talmudu derlendi ve Safed Yahudiliğin (özellikle 15.yy’da Kabbala konusunda) dini merkezlerinden biri oldu.

HAÇLILAR VE YAHUDİLER:

Ortaçağda; Avrupa Yahudileri büyük zulüm yaşadı. Kudüs’ü ele geçirmek için gönderilen Hrıstiyan Haçlı Orduları gittikleri ülkelerdeki Yahudileri öldürdüler. Özellikle 1. Haçlı Ordusunun 15.Temmuz.1099 da ele geçirdiği Kudüs’te Müslüman ve Yahudilere büyük kıyım ve katliamlarda bulunuldu. Mabetlere sığınan kadın ve çocuklar dahi kılıçtan geçirildi. Kudüs şehrinin sokakları kan ve cesetten geçilmez oldu.

OSMANLI-İSRAİL OĞULLARI:
a- Orhan Gazi Dönemi:

Osmanlı’nın başkenti Bursa alınmadan önce yahudi bir cemaat bulunmaktaydı. Orhan Gazi tarafından 1326 da Bursanın fethi sırasında bunlar hıristiyanlarla birlikte oldular. Bursa alınınca, Hristiyanlarla birlikte kaçan yahudiler daha sonra geri döndüler. Osmanlı bu yahudilere büyük bir hoşgörü ile muamele etti ve Osmanlı devletinin ikinci padişahı olan Orhan Bey zamanında Ets Hahayim sinagogunun yeniden faaliyete geçirilmesine izin verildi. Osmanlılar yahudilerin ticaret alanında da, devlet kademelerinde de ilerlemelerine fırsat tanıdılar.

b- Fatih Sultan Mehmet Dönemi:
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden önce bu bölgede çok eskilerden beri Yahudiler vardı. Ancak Bizans İmparatorluğu döneminde bunlar sürekli horladı ve aşağıladılar, vergilerle ezdiler. Yahudilerin Hristiyanlarla evlenmelerine ölüm cezası konuldu. II. Teodosius yahudilerin nefret edilmesi gereken insanlar olduklarını duyurarak onları şehrin dışına çıkararak, bugünkü Galata semtine yerleştirdi. I. Justinianus ise hakimiyeti altındaki topraklarda yahudiliği tamamen yasakladı.
Fatih, İstanbul’u fethettikten üç gün sonra yahudileri şehre davet etti. Fatih, yahudilerin bilgi ve becerilerini değerlendirdi, imkanlarından yararlandı. Bu yıllarda yahudiler Osmanlı İmparatorluğu’nda imtiyazlı bir statü elde ettiler. Aşağıda Yahudilerin Ispanya’dan çıkarılmalarına dair kararı görüyorsunuz.

Yahudilerin Ispanya’dan çıkarılmaları kararı

c- II. Beyazit Dönemi:
İspanya Yahudileri, 1492 yılına kadar, Müslüman ve Hıristiyanların buyruğu altında yaşayan en yüksek nüfusa sahip ve en huzurlu topluluktu. Bölgede yazmayı bilen ve matematikten anlayan tek halkın Yahudiler olması sebebiyle ekonomik ve sosyal hayatı ellerinde idi. 1492’de Yahudilere karşı yapılan İspanya engizisyonu, uyguladıkları idamların, Rus Çarlarının destekledikleri Pognomların yaptıkları katliamlar, Yahudilerin ISPANYA’dan göç etmelerine neden oldu.

II.Beyazid Ispanya’dan gelen Yahudileri karşılıyor…

1430`lu yılların başında İspanya`yı Müslümanların elinden alan Hıristiyanlar, ülkede yaşayan binlerce Yahudiyi Hıristiyan olmaya zorladı, işkence etti, öldürdü. Bu yüzyıl boyunca Yahudilere nedensiz yere işkence edildi, öldürüldü. 2 Ağustos 1442’de 160 bin ile 230 bin arası Yahudi İspanya’dan kovuldu. Yaşadıkları kasabalar harap edildi, onlara ait eşyalar çalındı, evleri ve sinagogları yakıldı. Yahudilerin iş sahibi olmaları, dinsel ve sosyal faaliyetlerde bulunmaları yasaklandı. Birçok Yahudi yapılan işkencelere dayanamayarak, Hıristiyanlık dinini kabul etti.

Hıristiyanlığın gereklerini yerine getirmeyip, Yahudi gibi yaşayanları büyük bir zulüm bekliyordu. Bu kişiler ‘suçlarını’ itiraf edinceye kadar dövülüyor, öldürülüyorlardı. Genellikle yakılıyorlar; fakat haçı öpmeyi kabul ettikleri takdirde boğularak öldürülüyorlardı.

Yahudilerin en şanslı olanları Osmanlı İmparatorluğu’na kabul edildi. 200 binden fazla yahudi; Selanik, İstanbul ve İzmir çevresine yerleşti. Yönetimi elinde bulunduran II. Beyazıt çaresiz kalan Yahudileri ülkesine memnuniyetle kabul ederken şu sözleri sarf etti: “Aragon kralı Ferdinand’ı nasıl akıllı olarak nitelendirirler? Kendi ülkesini fakirleştirirken, benim ülkemi zenginleştirdi.”

Sultan II. Bayezid cesur ve akıllı bir karar vedi, yahudilerin iyi karşılanmaları için bütün illere haber gönderdi, hatta bunlara zarar verenlerin idamla cezalandırılacaklarını duyurdu.

Böylece İspanya’dan kovulan ve Osmanlı İmparatorluğu dahil Kuzey Afrika, İtalya ve Avrupa’nın diğer ülkeleriyle, Arap ülkelerine yerleşen Yahudiler, Sefarad (Sefardim, İbranice İspanya anlamını taşır) olarak anılmaya başlandı.

d- Yavuz Sultan Selim ve Yahudiler (1512-1520)
Ispanya Yahudileri Endülüs’ten getirdikleri üstün kültürleri, teknik bilgi ve becerileri ile gelirler. O sırada İstanbul’daki bir İngiliz elçilik sekreteri (George Young) şöyle diyor:“Mülteci Yahudiler bilhassa, doktor, maliyeci, tercüman, top döküm ustaları ve topçu erleri olarak uzmanlaşmışlardı. Yeni tip barutun imali (kara barut) ve hafif topların dökülmesiyle, Osmanlı İmparatorluğu’na çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardı. Diğer bir deyimle, dini safiyet adına İspanya’dan kovduklarımızı, Osmanlı’ya vererek en önemli yeteneklerimizi ve silahlarımızı, Hıristiyanlığın en büyük düşmanının ellerine teslim ettik.”

Sultan, tahta geçer geçmez, babasının hekimi olan Josef Amon’u saray hekimbaşısı olarak atadı. Hemen ardından, başta mali işler olmak üzere, muhtelif devlet işlerinin başına İspanya ve Portekiz’den gelen Yahudi uzmanları getirdi.
Tüm tarihçiler, Sultan Selim devrinde, özellikle imparatorluğun mali durumunun bir daha erişilemeyecek seviyede düzeldiğini ve Osmanlı hazinesinin bir daha görülemeyecek şekilde zenginleştiğinde söylemektedirler. Bir rivayete göre, Yavuz, hazineyi kendisinden sonra geleceklerden hangisi daha fazla doldurursa, onun mührünün kapıya konması, olmazsa sadece kendi mührüyle kapatılmasını vasiyet etmiş…

Askeri alanda da Sefaradların katkıları bilgileri ve buluşları etkin olmuştu. Çaldıran Savaşı’nda kullanılan hafif ve yüksek manevra kabiliyetli toplar, misket tüfekleri (arquebuse), Safevi hükümdarı Şah İsmail’in ordusunun çok kısa zamanda dağılmasında önemli rol oynamıştı.

Yavuz Selim her valinin yanına, bir nevi mali işlerden sorumlu vekil olarak, mutlaka bir Yahudi maliyecinin tayin edilmesini şart koşmuştu. Bu gelenek ondan sonraki hükümdarlar tarafından da sürdürüldü.

“Mısır seferine çıkmadan evvel, Sultan Selim bir Yahudi tüccardan borç almıştı. Alacaklı kişi, Padişah seferden dönmeden vefat edince, zamanın defterdarı Sultan’a bir müzekkere sunmuş ve borcu ödemekle artık mükellef olmadığı şeklinde bir öneri getirmişti. Bu yazıyı alan hünkâr altına şu notu düşerek defterdara iade etmişti: “MERHUMA RAHMET, YETİMLERİNE AFİYET, MALINA BEREKET, GAMMAZA LANET” (Abraham Galante: ‘Histoire des Juifs de Turquie’ Vol.1 )

e- II.Abdulhamid Dönemi:
Sultan II. Abdülhamid 1900 yılında bütün yabancı devletlerin temsilcilerine şöyle bir tebliğde bulundu: “Yahudi hacılarının Filistin’de üç aydan fazla kalmalarına müsaade edilmeyecektir. Bunlar Filistin topraklarına girerken pasaportlarını girdikleri liman kapısında bulunan Babıali görevlilerine teslim edecekler ve bu görevlilerden oturma izni alacaklardır. Bu üç aylık zaman içinde memleketi terk etmeyenler zorla sınır dışı edileceklerdir”.

II. Abdülhamid, 1901 yılında da yahudilerin Filistin’de herhangi bir yer satın almalarını yasaklayan bir emirname yayınladı.

Siyonist yahudiler, 1902 yılında kendileriyle görüşmeyi kabul etmeyen Sultan II. Abdülhamid’e başbakanı Tahsin Paşa yoluyla oldukça cazip bir teklifte bulundular. Sundukları teklifte şu maddeler bulunuyordu:

“Yahudiler aşağıda bulunan hususları taahhüt ederler:
1.Osmanlı devletinin otuz üç milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödemeyi,
2.İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yaptırmayı,
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için otuz beş milyon altın lira faizsiz borç vermeyi.

Bütün bunlar yahudilerin, yılın herhangi bir gününde Filistin’e ziyaret maksadıyla girmelerine müsaade edilmesine ve yahudilerin Kudüs-i Şerif’te kendi dinlerine mensup olanların ziyaretleri esnasında içinde kalabilecekleri bir müstemleke (kanton) kurmalarına izin vermesine karşılıktır”.

Yahudilerin bu teklifine Sultan II. Abdülhamid’in cevabı şu olmuştur:
“Tahsin! Onlara de ki:
Devletin borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü, Fransa gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları onlara zarar vermemektedir.
Kudüs-i Şerif’i ilk önce Hz. Ömer (r.a.) fethetmiştir. Burayı yahudilere satma kara lekesini ve Müslümanların korumam için bana tevdi ettikleri emanete ihanet etme suçunu yüklenemem.

Yahudiler, mallarını kendilerine saklasınlar. Devleti Aliye’nin İslam düşmanlarının mallarıyla yapılan kalelerin arkasına sığınması mümkün değildir. Çıksınlar! Bir daha benimle görüşmeye veya buraya girmeye uğraşmasınlar”.

Siyonist lider Teodor Hertzl de anılarında; Sultan II. Aldülhamid’in kendilerine şu cevabı verdiğini yazmaktadır: “Doktor Hertzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben bir karış toprak dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil milletimin mülküdür. Milletim bu yer için savaşmış ve orayı kanı ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de İmparatorluğum parçalanırsa işte o zaman yahudiler, Filistin’i para ödemeden alabilirler. Fakat ben sağ olduğum müddetçe bedenimin neşterle yarılması Filistin’in İmparatorluğu’mdan koparılmasından benim için daha kolay bir hadisedir. Bu imkansız bir şeydir. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem”.

f- Türkiye Cumhuriyeti ve Yahudiler:

Türkiye Cumhuriyeti’nin benimsemiş olduğu Türk milliyetçiliği anlayışının teorisyenleri arasında yahudilerin de bulunduğunu görüyoruz. Bu arada bazı yahudilerin yeni kurulan cumhuriyetin ileri kademelerinde görev aldıklarını da biliyoruz. Mesela; Türkcülük/Turancılık akımının teorisyeni Tekin Alp (Mois Kohen) dır. Yahudi olan Mois Kohen, Türkcülüğü savunurken “Tekin Alp” diye Türk adını kullanmıştır. Lozan görüşmelerine İsmet İnönü ile birlikte katılan hahambaşı Hayim Nahum’un görüşmelerin seyri üzerinde önemli etkisi olmuştu diyebiliriz. Atatürk’ün doktoru milletvekili Abravaya Marmaralı, TBMM 7. dönem milletvekili Avram Galante de yeni kurulan devlette çeşitli roller üstlenmiş olan tanınmış yahudilerdendi.

Önceleri İstanbul’un Mahmutpaşa semtinde ve Kapalı Çarşı’sında tezgahtarlık yapan Vitali Hakko, Şapka Kanunu sayesinde büyük kazançlar elde etmiş ve bugün tekstil sanayii alanında bir dev haline gelmiştir.

Bunun yanı sıra devlet bazı ihaleleri özellikle yahudi işadamlarına vererek bunların ekonomik yönden güçlenmelerini sağlamıştır. 1954 yılında Galata’da yahudi işadamları Üzeyir Garih ile İshak Alaton‘un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958’de dönemin başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine Ankara’da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü olduğunu kimse inkâr edemez.

Elektirifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren yahudi Burla Biraderler‘in de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk işadamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştıklarını kimse inkar edemez.

g- Yahudilerin Osmanlı’ya İhaneti:
Osmanlı Devleti’nin hoşgörü ve fırsat eşitliğini iyi değerlendirerek toplum içinde ve devlet kademelerinde büyük bir güce ulaşan yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında önemli rol oynamışlardır. Yahudiler Osmanlıların zayıfladığı dönemde yabancı güçlerle ve ideolojik akımlarla işbirliği içine girdiler. Bu döneme kadar kendilerini gizlemeye çalışan ve siyasi gelişmeler karşısında sessiz kalan yahudiler, Osmanlıların zayıflama dönemlerine girmesiyle birlikte Batı yanlısı siyasi akımlara destek olmaya başladılar.

Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli şehirlerinden olan Selanik’te batı yanlısı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşunda ve gelişmesinde aktif rol oynadılar. Nissim Masliyah, Alber Ferid Aseo, Alber Fuaa, Rafael Benuziya ve Avram Galanti isimli yahudiler İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin militan kadroları arasında yer almaktaydılar.

Bilindiği üzere İttihad ve Terakki Cemiyeti Osmanlı devletinin yıkılmasında en önemli rol oynayan bir siyasi akımdır. Nissim Masliyah aynı zamanda Jöntürkler (Genç Osmanlılar) hareketini başlatanlardan ve bu hareketin faal elemanlarındandı. Bu hareketi başlatanların arasında onun dışında çok sayıda yahudi bulunmaktaydı. Bunların ünlülerinden birisi Nissim Russo adlı yahudidir. Jöntürklerin içinde önemli bir fonksiyonu olan Emanuel Karasu, İspanya asıllı yahudilerdendi. Emanuel Karasu İttihad ve Terakki Cemiyeti’ nin de ileri gelenlerindendi.

Daha sonra Osmanlı devletine ihanet etmesinden dolayı İtalya’ya kaçmak zorunda kalan Emanuel Karasu Osmanlı vatandaşı olduğu sıralarda Makedonya’daki Rizolta mason mahfilinin de üstadı a’zamı (en büyük lideri) idi. Emanuel Karasu, Libya’nın İtalyanlar tarafından işgal edilmesine yardımcı olmuş ve bu yardımından dolayı Osmanlı topraklarından kaçınca kolaylıkla İtalyan vatandaşlığı hakkı alabilmiştir.

Yahudiler aynı zamanda Yunanistan ve Bulgaristan’ın henüz Osmanlı sınırları içinde olduğu sırada ortaya çıkan Yunan ve Bulgar komünist partilerine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Komünist cereyanların ortaya çıkardığı Selanik İşçi Federasyonu içinde de yahudiler önemli bir güce sahiptiler.

Dinlerini ve inançlarını terk etmeleri için kendilerine hiç bir baskı yapılmadığı halde, sırf kendilerini topluma kabul ettirmek ve siyasi planlarını rahatça uygulamaya koymak amacıyla dıştan Müslüman görünüp içten inançlarını saklayan dönme yahudileri de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını hızlandıran çalışmalarda bulunmuşlardır. Dönmeler, İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jöntürkler (Genç Osmanlılar) hareketi içinde Osmanlı aleyhtarı faaliyetlerde bulundukları gibi Osmanlının parçalanmasını hızlandıran kavmiyetçi hareketleri de kışkırtmışlardır. Hatta Türk milliyetçiliğinin teorisyenleri arasında önemli sayıda yahudi dönmesi vardır. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin “milli iktisat” politikasının teorisyeni, Cumhuriyet döneminde de CHP’nin ideologlarından olan Tekin Alp (Mois Kohen) bunlardan biridir. Pantürkist (aşırı Türkçü) olarak bilinen Tekin Alp (Mois Kohen), Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün sağ kolu durumundaydı.

İşte, Musul gerçeği!

12 Haziran 2014 HABER TÜRK
MURAT BAYRAKÇI

IŞİD milislerinin Musul’u ele geçirip Başkonsolosumuz Öztürk Yılmaz ile konsolosluk personelini kaçırmaları üzerinde Musul konusu ve Türkiye’nin Musul petrollerinde hakkı olduğu iddiası yeniden gündeme geldi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Türkiye, daha birçok toprağı ile beraber Musul’dan da çekilmek zorunda kaldı, birliklerimiz 15 Kasım 1918’de Musul’u terketti ve Irak, tamamen İngiliz hâkimiyeti altına girdi. Musul, 28 Ocak 1920’de yayınlanan Misak-ı Milli metni yorumlandığında sınırlarımız içerisinde görülüyor ise de bu metin bir anlaşma değil, sadece “temenni belgesi” idi ve uluslararası alanda hüküm ifade etmiyordu.

1932’DE KARARA BAĞLANDI

Türkiye, Lozan görüşmelerinde Musul’u elinde tutabilmek için büyük çaba gösterdi ama talebini İngiliz tarafına kabul ettiremedi ve Irak sınırı ile Musul konusu, konferans sonrasına bırakıldı.

Anlaşmazlık, Türk ve İngiliz heyetleri arasında 19 Mayıs 1924’te başlayan Haliç Konferan-sı’nda ele alındı, bir sonuç elde edilememesi üzerine 1925’te Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ve Cemiyet 16 Aralık 1925’te Musul’un İngilizler’e bırakılması kararını verdi. Ankara’nın bu kararı tanımaması üzerine Türk ve İngiliz yetkililer yeniden biraraya geldiler ve 5 Haziran 1926’da Ankara’da bir anlaşma imzaladılar. “Türkiye ile İngiltere ve Irak Arasında Türk-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Andlaş-ması” isimli metinde Türk-Irak sınırı ayrıntıları ile belirleniyor ve anlaşmanın 14. maddesi de Musul petrollerinden elde edilecek gelirin yüzde onunun 25 yıl süre ile Türkiye’ye ödenmesini öngörüyordu.

Irak’ın 1932’de İngiltere’den bağımsızlığı kazanmasının ardından, 8 Aralık 1936’da Türkiye ile Irak arasında bir protokol imzalandı ve anlaşmanın aynen devamına karar verildi.

MEŞHUR 14. MADDE

Ankara Anlaşması’nın Musul’un petrol gelirinden Türkiye’ye hisse verilmesi ile ilgili 14. maddesi, şöyle idi:

“Her iki ülke arasında ortak çıkarlar alanını genişletmek amacıyla, Irak hükümeti işbu anlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak 25 yıl süre ile, aşağıda gösterilen gelirlerin yüzde 10’unu Türkiye’ye ödeyecektir:

a) 14 Mart 1925 günlü ayrıçalık sözleşmesinin 10. maddesi uyarınca “Turkish Petrolium” kumpanyasından,

b) Yukarıda anılan ayrıcalık sözleşmesinin 6. maddesi uyarınca petrol ihraç edebilecek olan ortaklıklardan ya da kişilerden,

c) Sözkonusu ayrıcalık sözleşmesinin 33. maddesi uyarınca kurulabilecek yan ortaklıklardan”.

Türkiye’de senelerden buyana “Musul’un bize ait olduğu” yahut “Musul petrolleri üzerinde hakkımızın bulunduğu” yolunda ortaya atılan iddiaların temeli, Ankara Anlaşması’nın bu 14. maddesidir ve anlaşma Türkiye’ye Musul petrolleri üzerinden daimî bir hak vermemekte, petrol gelirinin sadece yüzde onunun 25 sene boyunca Ankara’ya ödenmesi hükmünü getirmektedir.

Ama, anlaşmanın bu hükmü tam olarak yerine getirilemedi ve uygulanmamasında Türkiye’nin de kabahati oldu: Ankara, ödemelerin zamanında yapılıp yapılmadığını kontrol etmemişti.

CAHİT BEY ANLATIYOR

Türkiye’nin Irak’tan o zamanki para ile 100 milyon liralık bir alacağının bulunduğu, 1952’de bütçe öncesi gelir tahminleri yapıldığı sırada o senelerin genç bir maliyecisi olan Cahit Kayra tarafından farkedildi.

Musul petrol gelirleri konusunda Türkiye’nin son görüşmecisi olan, ilerki senelerin siyasetçisi, bakanı ve edebiyatçısı Cahit Kayra, 1995’in sonunda yayınladığı “1938 Kuşağı” isimli anılarında, Bağdat’taki temaslarını ve yaşanan tuhaflıkları şöyle anlatır:

“Gelir tahminlerini hazırlarken birşey keşfettim. Bizim Irak petrollerinden aldığımız pay birden iki katına çıkmıştı. İnceledik ve böylece ilk kez Irak petrollerinden aldığımız payı öğrendik.

…Irak petrolleriyle ilgili dosyayı incelemek istedim. O zamanki genel müdür Namık Yolga, öyle bir dosya olmadığını söyledi. …Elimizde sadece Resmi Gaze-te’de yayınlanmış bir protokol metni vardı. Resmi Gazete’nin o nüshasını çantama koyup Bağdat’a gittim.

O zamanki Bağdat Büyükelçimiz İsmet İnönü’nün sınıf arkadaşı, Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarından ve daha sonra MAH örgütünü kuran Rahmi Apak’tı. Bağdat’a vardığımızın haftasında Apak’la o zamanın kudretli başbakanı Nuri Said Paşa’yı ziyarete gittik. Rahmi Apak, Paşa’yla Harbiye’den arkadaştı. Senli benli konuşuyorlardı.

PROTOKOL KAYBOLMUŞ

Iraklılar’ın bizden hem protokolü göstermelerini isteyeceklerini bekliyor, hem korkuyordum. Sonradan anlaşıldı ki, bizde Resmi Gazete’de yayınlanmış bir metin vardı ama onlarda o da yoktu.

Biz 100 milyon lira istiyorduk. Nuri Said Paşa ’50 milyon ödeyelim. Sanayi Bakanı Nedim Paçacı’ya bu kadarını zorla kabul ettirebildim. Başbakan olmama rağmen daha fazlasına gücüm yetmez’ dedi.

Sonuçta 50 milyonu alıp dosyayı kapatmayı hükümetimize önerme kararı aldık. Ama Ankara 100 milyonu almakta kararlıydı. …1958’de Irak’ta kanlı bir devrim patladı, biz de alacağımızdan tümüyle vazgeçtik, herkes rahat etti. İş böylece kapandıktan sonra Dışişleri’nde 1932 protokolünün dosyaları bulundu ve arşive kaldırıldı…”

“Musul petrollerindeki Türk hissesi” efsanesinin aslı işte budur!

Ankara Anlaşması (1926)

5 Haziran 1926 tarihinde, Türkiye ve Irak arasındaki siyasi sınırları belirlemek ve komşuluk münasebetlerini düzenlemek amacıyla İngiltere ve Türkiye tarafından Ankara’da imzalanan anlaşmadır.

Lozan Anlaşması’nın ardından Musul sorununa çözüm bulunması için ilk defa 1924 yılında İstanbul’da Haliç Konferansı’nda görüşmelere başlandı. Bu görüşmelerde İngiltere hem Musul hem de Hakkari’yi istedi. Bu sebeple çözüm sağlanamıyordu. Daha sonra 1926 yılında konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü; soruna burada da çözüm bulanamadı. Konu Yüksek Adalet Divanına verildi. Buradan da olumlu bir sonuç çıkmadı. Londra ve Ankara, aralarında yaptıkları görüşmelerde ortak bir noktaya vardılar. Sonuç olarak 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara antlaşması imzalandı. Irak 1932’de İngiltere’den bağımsızlık kazanmasının ardından Türkiye ile Irak arasında bir protokol imzalanarak, aynen devam edilmesine karar verildi. Antlaşmanın geçerliliği günümüzde de devam etmektedir.

Musul, Mondros Mütarekesi’nın imzalandığı sırada Osmanlı Devleti’ne bağlıydı. Yüzyıllarca Türk egemenliğinde kalan Musul Vilayeti’nin Misak-ı Millî sınırları içindeki toprak parçalarından biri olarak ilan edilmiştir.

İngiltere; Türkiye’ye bazı olayları bahane ederek bir ültimatom verdi. Verilen ültimatomda, İngiltere’nin isteklerinin kabul edilmemesi durumunda askeri müdahalenin yapılacağı belirtildi. İngiltere, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak, antlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Musul’u işgal etti.

5 Haziran 1926 tarihinde Ankara’da antlaşma imzalandı. 7 Haziran 1926 tarihinde TBMM’de onaylanarak kabul edildi.

ANKARA ANTLAŞMASI:
İmzalayanlar:  Türkiye Tevfik Rüştü Aras, Birleşik Krallık Ronald Sharl Lindzey    Irak Nuri Said Paşa

Antlaşması’nın maddeleri

Madde 1: Türkiye ile Irak arasındaki hudut Cemiyet-i Akvam’ın 29 Ekim 1924 tarihli toplantısında kararlaştırıldığı şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi) kesinleşmiştir.

Madde 2: Son fıkrası saklı kalmak üzere 1. maddede tespit edilmiş hudut bu antlaşmaya bağlı 1/250.000 ölçekli harita üzerinde gösterilmiştir. Metin ile harita arasında aykırılık vukuunda metin geçerli olacaktır.

Madde 3: 1. maddede tasrih edilen hudut hattını arazi üzerinde belirlemek üzere bir “Hudut Komisyonu” kurulacak, bu komisyon Türkiye Hükûmetince tayin olunacak iki yetkili ve İngiltere ile Irak hükümetleri tarafından beraberce tayin edilecek iki temsilci ile uygun gördüğü takdirde İsviçre Cumhurbaşkanınca İsviçre vatandaşları arasından seçilecek bir başkandan oluşacaktır. Komisyon en kısa sürede ve en geç bu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde toplanacak ve çoğunluğun alacağı karara bütün tarafların uyması mecburî olacaktır.

Tahdid-i Hudut Komisyonu her durumda bu antlaşmadaki tarifleri pek yakından takibe gayret edecek, komisyonun masrafları Türkiye ile Irak arasında eşit olarak taksim olunacaktır. İlgili devletler komisyonun vazifesini yapabilmesi için gerekli yerleşme, işçi, malzeme ile ilgili bütün mevzularda gerek doğrudan doğruya gerekse mahallî makamlar eliyle yardım etmeyi taahhüt ederler.

Söz konusu devletler bundan başka komisyonca konulacak nirengi noktalarına, hudut işaretlerine kazık ve alâmetlere riayet etmeyi taahhüt ederler.

Hudut işaretleri birinden diğeri görülebilecek surette yerleştirilecek ve üzerlerine numara konulacaktır. Bunların mevkileri ile numaraları bir harita üzerinde gösterilecektir.

Hudut belirleme kesin zabıtnamesi.; ve buna ekli harita ve vesikalar üç nüsha olarak tanzim edilecek ve bunlardan ikisi hemhudut devletlerin hükümetlerine ve üçüncüsü, aslına uygun tastiklenmiş suretleri Lozan Antlaşması’na imza koyan devletlere tebliğ edilmek üzere, Fransa Hükümeti’ne verilecektir.

Madde 4: 1. madde mucibince Irak’a terkedilen arazideki ahâlînin tabiiyyeti Lozan Antlaşması’nın 30-36. maddelerine dayanılarak halledilecektir.

Taraflar Lozan Antlaşması’nın 31, 32 ve 34. maddelerinde kayıtlı, seçme hakkının bu antlaşmanın yürürlüğe konulduğu tarihten başlayarak on iki ay müddetle geçerli olabileceğini kararlaştırmışlardır.

Bununla beraber Türkiye, ahâlîden seçme haklarını Türkiye uyruğu için kullananların işbu haklarını tanımak hususunda hareket serbestisini muhafaza eder.

Madde 5: Taraflardan her biri 1. maddede belirlenen sınır hattının kesin ve bozulmaz olduğunu kabul ederek bunu değiştirmeye matuf her türlü teşebbüsten sakınmayı taahhüd eder.

İkinci Fasıl: Türkiye ile Irak Arasındaki İyi Komşuluk Münasebetleri

Madde 6: Taraflar bir veya birkaç silahlı kişinin sınır mıntıkasında yağmacılık veya eşkiyalık yapmak maksadıyla girişecekleri hazırlıklara, sahip oldukları bütün vasıtalarla karşı koymayı ve bunların sınırdan geçmelerine mani olmayı karşılıklı olarak taahhüd ederler.

Madde 7: 11. maddede zikredilen yetkili memurlar sınır mıntıkasında yağmacılık veya eşkiyalık yapmak için bir veya birkaç silahlı kişinin hazırlıklarda bulunduklarını haber aldıklarında ihmal etmeden birbirlerini haberdar edeceklerdir.

Madde 8: 11. maddede zikredilen yetkili memurlar, bulundukları yerlerde yapılmış olabilecek bütün yağmacılık ve haydutluk fiillerinden karşılıklı olarak birbirlerine haber vereceklerdir.

Haberdar edilecek memurlar ellerindeki bütün vasıtalarla söz konusu fiillerin fâillerinin sınırdan geçmelerine mani olmaya gayret edeceklerdir.

Madde 9: Silahlı bir veya birkaç kişi sınır mıntıkasında bir cinayet veya cürüm işledikten sonra diğer sınır mıntıkasına ilticâ ederse oranın, bu kişileri silahları ve yağma ettikleri eşya ile birlikte, uyruğu bulunduğu tarafa teslim etmesi mecburîdir.

Madde 10: Antlaşmanın işbu faslının tatbik mıntıkası Türkiye’yi Irak’dan ayıran bütün sınır ile bu sınırın iki yanında 75 km. derinliğinde bulunan mıntıkadır.

Madde 11: Antlaşmanın işbu faslını tatbik etmekle görevli yetkili memurlar şunlardır: Umumî işbirliğini tanzim ve alınacak tedbirlerin mesuliyeti kendilerinde olmak üzere; Türkiye tarafından askerî sınır kumandanı, Irak tarafından Musul ve Erbil mutasarrıfları; mahallî bilgilerin ve acil tebligatın teatisi için Türkiye tarafından vâlilerin uygun görmesi ile tayin edilecek memurlar; Irak tarafından Zaho, İmâdiye, Zibar ve Revanduz kaymakamlarıdır.

Türkiye ve Irak hükümetleri gerek on üçüncü maddede zikrolunan Dâimi Hudut Komisyonu marifetiyle ve gerek siyasî yolla birbirini haberdar ederek, idarî sebeplerden dolayı yetkili memurların listesini değiştirebileceklerdir.

Madde 12: Türkiye ile Irak memurları diğer taraf uyruğundan olup, kendi toprakları üzerinde bulunan aşiret beyleri, şeyh veya öteki azaları ile resmî veya siyasî mahiyete sahip her türlü haberleşmeden kaçınacaklardır. Taraflar sınır mıntıkasında diğer devlet aleyhine yönelmiş hiçbir propaganda teşkilâtına ve topluluğuna izin vermeyeceklerdir.

Madde 13: Antlaşmanın bu faslının hükümlerinin icrasını kolaylaştırmak ve genellikle sınır üzerinde iyi komşuluk münasebetlerini sürdürmek üzere zaman zaman Türkiye ve Irak hükümetleri tarafından karşılıklı olarak tayin edilecek, eşit sayıda memurlardan mürekkeb bir “Dâimî Hudûd Komisyonu” kurulacak ve en az altı ayda bir kere ve durum gerektirdiği takdirde daha sık olarak toplanacaktır. Sıra ile Türkiye ve Irak’da toplanacak olan bu komisyon, antlaşmanın bu faslının hükümlerinin icrasına müteallik işleri ve ilgili sınır mıntıka memurları arasında anlaşmazlığa sebebiyet veren, diğer her türlü sınır meselelerini dostça çözmek vazifesiyle mükellef olacaktır. Komisyon bu antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihi takib eden iki ay zarfında ilk olarak Zaho’da toplanacaktır.

Üçüncü Fasıl: Genel Hükümler

Madde 14: Her iki ülke arasında ortak çıkarlar sahasını genişletmek maksadıyla, Irak Hükûmeti bu antlaşmanın yürürlüğe konulması gününden itibaren 25 sene müddetle, 14 Mart 1925 tarihli İmtiyaz Mukavelenamesi’nin 30. maddesi mucebince “Turkish Petroleum Kumpanyası”ndan, petrol ihraç edebilecek olan şirketlerden veya şahıslardan, teşkil edilecek olan muavin şirketlerden sağlanan gelirlerin %10’unu Türkiye Hükümeti’ne ödeyecektir.

Madde 15: Türkiye ve Irak, dost devletler arasında geçerli bir “suçluların iadesi” antlaşması yapmak üzere açık müzakerelere girişmeğe karar vermişlerdir.

Madde 16: Irak Hükümeti kendi ülkesinde ikamet eden şahısları bu antlaşmanın imzasına kadar Türkiye lehindeki düşünce ve siyasî hareketlerinden dolayı tedirgin etmemeği ve onlara en geniş manada bir genel af tanımayı taahhüd eder.

Bu konuda verilmiş mahkeme kararlarının hepsi geçersiz kabul edilecek ve sürdürülmekde olan bütün kovuşturmalar durdurulacaktır.

Madde 17: Bu antlaşma tasdiknamelerin teatisinden itibaren yürürlüğe girecektir. Antlaşmanın ikinci faslı antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on sene müddetle yürürlükte kalacaktır.

Antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki sene sonunda taraflardan her biri söz konusu faslı kendi açısından feshetmek hakkına sahip olacaktır. Keyfiyet, feshin bildirildiği tarihten itibaren bir sene sonra geçerli olacaktır.

Madde 18: Bu antlaşma taraflarca tasdik edilecek ve tasdiknameler süratle Ankara’da teati edilecektir. Antlaşmanın tasdiklenmiş suretleri Lozan Antlaşması’nı imza eden devletlere gönderilecektir.

Siz mi “SOYKIRIMDAN” Bahsediyorsunuz? (I)

“Ermeni” meselesinin bu kadar uzun süre gündemde tutulmasının ve ısıtılıp ısıtılıp önümüze konmasının, büyütülmesinin asıl amacını hepimiz biliyoruz. Aleyhimizdeki çalışmalar; bir ırkın taleplerini aşarak, “Kürt” veya “Ermeni” olmayan ülkelerin parlamentolarına yansımış, anıtlar dikilmeye, kanunlar çıkarılmaya kadar varmıştır.

Amerikalıların ve Avrupalıların bu “Kürt” ve “Ermeni” hassasiyetleri uzun yıllardır devam ediyor. “Ermeni” meselesinde “Asala”yı çıkardıkları gibi, Kürt meselesinde de “PKK” yı çıkarmışlardı. Türkiye uzun yıllar büyük harcamalarla bu sorunları çözmeye çalıştı, binlerce şehit verdi. Bunu yaparken siyasi ve ekonomik sıkıntıları da göğüslemek zorunda kaldı. 

Bize İnsan Haklarını, Demokrasiyi, Soykırımı dayatanların ve geçmişimizle hesaplaşma yapmamızı isteyenlerin geçmişlerinde nice soykırımları, katliamları ve zulümleri görüyoruz. Bu konuda Almanya dışında hangisi geçmişi ile hesaplaştı?

Ey Amerika,

Eğer sen soykırıma karşı isen, her ülkede demokrasi ve insan haklarının bulunmasını istiyorsan; neden 1 Temmuz 2002 günü hayata geçen Uluslararası Ceza Mahkemesinde  (soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarından  dolayı) ABD vatandaşlarının muhakeme edilmesini engellemek için çeşitli ülkelerle “cezasızlık anlaşması” yapmaya çalışıyorsun ? [1]

Eğer sen soykırıma karşı isen; 1 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olabileceği uyarısı yapılan “küçük nükleer silahların” geliştirilmesini neden durdurmuyorsun? [2]

Ellerinde Atom Silahları olduğu için değil; bu silahları üretebilirler (!) diye; Irak’a, İran’a, Suriye’ye saldırılar düzenlemek istiyorsun da; şu anda ellerinde atom silahları olan İsrail’e, Fransa’ya, İngiltere’ye ve diğer bir çok ülkelere karşı sesin çıkmıyor..

Terörle mücadele”, “ikna diplomasisi” ya da “hür dünyanın korunması” diyerek dünyanın dört bir yanında gizli veya açıktan yaptırdığın darbeleri, işkenceleri, katliamları, operasyonları, bombardımanları “terör” tanımının dışında tutup; başkalarını “terörist” ilan ederek, kendi terörünü neden gözden kaçırmak istiyorsun.  [3]

Osmanlı-Ermeni hadisesi sırasında ve o tarihlerden sonra birçoğu sizin desteğinizle yapılmış soykırımları, katliamları, öldürmeleri soruyorum. Siz bunları görmüyor veya unutabiliyorsunuz da, “Sözde Ermeni Soykırımı”nı neden unutamıyorsunuz?

O’nlara şöyle haykırmak istiyorum:

Siz önce;

·   Topraklarına yerleşerek kovduğunuz, nesillerini tükettiğiniz 15 milyon Kızılderili ve milyonlarca Meksikalıyı,

·   Soykırım ve ayırımcılığın mazlumu Zencileri,

·   ABD terörüyle ölen milyonlarca Latin Amerikalı’yı

· Dinlerine olan düşmanlığınızı katliamlarla gösterdiğiniz Bosnalıları, Iraklıları, Cezayirlileri,             

Bize anlatın da, ondan sonra Ermenileri hatırlayın…

Kızılderili Soykırımı / Bir medeniyetin yok edilişi

Tatanka Lyotake – Oturan Boğa

Oturan Boğa (Tatanka Yotanka) “Nerede bugün Pequotlar? Narragansettler, Mohawklar, Pokanoketler ve halkımın bir zamanlar güçlü olan diğer kabileleri nerede? Yaz güneşinin altında eriyip giden kar gibi, beyaz adamın aç gözlülüğü ve baskısıyla yok oldular”

Tecumseh (Shawnee Reisi):“Yalnızca bir kere de ağlatmadılar bizi. Mavi ceketli askerler ve Uteler, her yer karanlık ve her şey durgunken, gecenin içinden çıkageldiler ve kamp ateşi yerine bizim çadırlarımızı yaktılar. Av hayvanları yerine benim cesur savaşçılarımı öldürdüler. Kabilenin hayatta kalan savaşçıları, ölüler için saçlarını kestiler.”

On Ayı (Parra-Wa-Samen / Comanche): “Her şeyi açıkça bildikleri halde şimdi diyorlar ki, ben kötü biriymişim. Hatta oradakilerin en kötüsüymüşüm. Ben ne yaptım ki? Ağaçların gölgesinde ailemle birlikte yaşayıp gidiyordum.”

Geronimo (Goyathlay / Son Apache Reisi): “Beyazlar hiçbir zaman toprağa ya da geyiklere ya da ayılara aldırmadılar. Biz Kızılderililer bir hayvanı öldürdüğümüz zaman, onun bütün etini yiyoruz. Kökleri kazdığımızda küçük çukurlar açıyoruz. Ev yaptığımızda, küçük çukurlar açıyoruz. Biz çekirgeler için otları yaktığımızda, hiçbir şeyi mahvetmiyoruz. Biz, meşe palamutlarını ve fıstıkları sallayarak düşürüyoruz. Ağaçları baltalayıp devirmiyoruz. Biz yalnızca kurumuş ağaçları kullanıyoruz. Ama beyazlar toprağı deşiyorlar, ağaçları söküyorlar, her şeyi öldürüyorlar. Ağaç diyor ki ‘Yapma. Acıyor. Canımı yakma.’ Ama onlar, onu baltalayıp kesiyorlar. Toprağın ruhu, onlardan nefret ediyor… Kızılderililer asla bir şeyin canını yakmaz, ama beyazlar her şeye zarar veriyorlar… Kaya diyor ki, ‘Yapma. Canımı yakıyorsun.’ Ama beyazlar hiç umursamıyor… Beyaz adamın ona dokunduğu her yer acıyor.”

kizilderili-katliam

İşte Amerikan Soy kırımının fotoğrafı…

Yaşlı bir Wintu kadını:“Büyük geniş ovaların, güzel tepelerin, kıvrılarak akan ırmakların vahşi olduğunu düşünmüyorduk biz. Yalnızca beyaz adama göre toprak, vahşi hayvanlarla vahşi insanlar tarafından istilâ edilmişti. Bizim için doğa vahşi değildi. Toprak cömertti, etrafımız Yüce Gizem’in bize verdiği nimetlerle doluydu. Bizim için doğa, ancak doğudan kıllı adamlar gelip de, gaddarca bir coşkuyla bize ve sevdiğimiz insanlara onca haksızlığı yaptığında vahşi oldu. Ormandaki bütün hayvanlar onun yayılmasından kaçmaya başladığında işte ancak o zaman bizim için ‘Vahşi Batı’ başladı.”

Dinelen Ayı (Reis Luther / Sioux): “Kadınlar ve çocuklar erkeklerden daha ürkek değil midirler? Cheyenne savaşçıları korkusuzdur, ama siz Kum Deresi’ni işittiniz mi hiç? Askerleriniz, orada kadınları ve çocukları boğazlayanların tıpkısı.”

Gaga Burun (Woquini / General W. Scott Hancock’a) Standing Bear – Dinelen Ayı, karısı ve oğlu: “Beyazlar olup biteni hep yanlış anlattı. Kendilerini tatmin etmek için böyle anlattılar. Beyaz adamın anlattığı, kendi yaptığı en iyi işlerle, Kızılderililerin en kötü işleri oldu.”

Sarı Kurt (Nez Perce’lerden): “O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları, halâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o kanlı çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada. Güzel bir düştü evet… sonra bir ulusun umudu kırılıp paramparça oldu. Artık yeryüzünün merkezi yok, ölüp gitti kutsal ağaç.”

Kara Geyik Kafa Derisi Yüzme!.. : “Kızılderililerin beyaz adamın kafa derisini yüzmeye meraklı oldukları bilinir. Oysa işin aslı şudur: 1863 yılının Temmuz günlerinde Navaholar ile general Carleton arasındaki gerginlik sürmektedir. Soluk benizliler Navaholar’ı yıldırmak için hayvanlarına el koymaya, ekinlerini yakmaya başlar. Ama, bir grup Navaho savaşçısı Canby Kalesi’ni basarak koyunlarını, keçilerini geri alırlar. General Carleton, 18 Ağustos’ta askerlerine, getirdikleri her Kızılderili atı ya da katırına yirmi dolar, her koyuna ise bir dolar ödeneceğini duyurur. Yirmi dolar aylık alan askerler gözü dönmüş bir şekilde köylere saldırırlar… Ve, öldürülen Navaholar’ın kırmızı bir iple bağladıkları uzun, siyah saçları askerler tarafından kesilir. Zaman ilerledikçe Kızılderililer’in kafa derilerine ödül koyma alışkanlığı yaygınlaşır. Amerika’nın gerçek sahipleri hastalık, açlık, sürgün, tecavüz, işkence dışında beyaz adamdan yeni bir şey öğrenirler: Kafa derisi yüzme!..

Sunay AKIN “ Kızılderili soykırımını meşru göstermek için Hollywood filmleri yapıldı, tarih kitapları saptırıldı. Kafatası avcılığı beyazlarca meslek haline getirilmişti. 1876’da yerel hükümetler Kızılderili kafası getiren herkese 5 dolar ödül veriyordu. Bugün ABD’nin resmî depolarında yüz binlerce kafatası saklanmaktadır. George Bush kolej yıllarında ‘kurukafa’ örgütü kurmuştu. Hattâ, Apache Reisi Geronimo’nun kafatasını kendi koleksiyonunda bulundurduğu biliniyor.

Kristof Kolomb’un 1492’dekikeşfinden hemen sonra başlayan Amerika yerlilerini sindirme, topraklarına ve doğal kaynaklarına el koyma süreci, 1886’da son Kızılderili direnişçisi Apache Reisi Geronimo’nun teslim olmasıyla tamamlandı. Bütün Amerika kıtasında on milyonlarca yerli, Avrupalılar tarafından ortadan kaldırıldı, yüzlerce ulus, yüzlerce dil, yüzlerce kültür bir daha dönmemecesine yeryüzünden silindi. Kolomb’un seyir günlüğünden bazı alıntılar: “… Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silâhları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar, ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silâhları yok. Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.” Ama, Kızılderililer’in yüzlerindeki gülümseme çabuk kaybolur. Çünkü, Amerika Fatihi(!) yukarıdaki sözlerinin hemen ardından şunları yazar: “Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.” (kız kulesi’ndeki kızılderili, Sunay Akın)

İlk Katliamlar:

İlk katliamlardan birisi, 1637’de Pequot kabilesinin aldığı askerî destekle, İngiliz kolonici John Mason tarafından katledilmesidir. Mason hiç vicdan azabı duymadı, çünkü bu katliama Tanrı’nın aracı olduğunu düşünüyordu. Puritan inancına göre kâfirleri öldürmek bir cürüm değil, aksine iyi bir harekettir. Amerika’nın bir çok bölgesinde Kızılderililer’in İncil’de yok edilmesi emredilen ırk olduğu iddiasıyla seri katliamlar işlendi. Kızılderililer, insan-altı yaratıklar olarak kabul edildiler; sömürülmeleri ve boğazlanmaları ilâhî bir etkinlikti. Hristiyanlığa geçmeye direnen Kızılderililer için kanunlar çıkartıldı, onlar için ölüm cezası uygun görüldü. Altın ve ‘Gözyaşları Yolu’: Kızılderililer topraklarında altın bulunmasına sevinemediler, çünkü bu onlar için sürgün ve katliam demekti.

ABD ordusu, 1838’de Cherokee’leri esir kamplarına toplayarak yukarı Batı’ya doğru yürüyüşe geçirdiler. Zorlu ve çetin bir kış yolculuğu esnasında Cherokee kabilesinin üçte biri telef oldu. Zorla yaptırılan bu tehcir hareketi tarihe ‘Gözyaşları Yolu’ olarak geçti. “En iyi Kızılderili, ölü bir Kızılderilidir” (!) / Pershing Füzeleri: John Joseph Pershing, ardında çok ölü bırakması, kıyıcılığı, acımasızlığı ve toptan öldürme girişimleri nedeniyle kendisine ‘Black Jack’ (Kara Jack) adı verilmiştir. “En iyi Kızılderili, ölü bir Kızılderilidir” sözü Pershing tarafından tarihe kazınmıştır. Bu insan canavarının adı, Amerikan tarihine ‘kahraman’ olarak geçmiştir ve nükleer başlıklı Pershing füzelerinde yaşatılmaktadır.

Tarihçe ;

1492 _ Christoph Colomb yeni kıtaya, San Salvador Adası’na ayak basıyor. Daha on yıl geçmeden yüz binlerce Taino yok ediliyor.

1492-1800 _ Göçler sonucunda kıtanın neredeyse yarısı kızılderililerin elinden alınıyor.

1838 _ Cherokee’ler gözyaşı ve ölüm dolu bir yolculukla eorgia’dan Mississippi’nin batısına sürülüyorlar.

1850 _ Kızılderili bölgesinde dört eyalet daha oluşturuluyor.

1864 _ Kum Deresi Katliamı. Albay Chivington, Cheyenne Reisi Kara Kazan’ın köyünü basıyor. 28’i erkek 133 Kızılderili öldürülüyor.

1866 _ Kızıl Bulut önderliğindeki Siouxlar topraklarından yol geçirip (Bozeman Yolu) kale yapmak isteyen askerlerle çatışıyor. 80 Asker ölüyor.

1868 _ Washita Kıyımı. Albay Custer komutasındaki Süvari Alayı suçsuz bir Cheyenne köyüne daha saldırıyor. Kara Kazan dahil 11’i savaşçı 103 kişi öldürülüyor.

1869 _ Güneyli Cheyenneler,Arapaho ve Comanche ittifakı yenilgiye uğruyor. Savaş reisleri Gaga Burun ve Uzun Boğa öldürülüyor. Tesli olan Comanche reisi Tosawi’ye ” EN İYİ KIZILDERİLİ ÖLÜ BİR KIZILDERİLİDİR!” sözü sarfediliyor.

1877 _Çılgın At, Fort Robinson’da askerler teslim olduktan sonra öldürülüyor.

1878 _ Cheyenne sonbaharı. Sürgündeki 300 Cheyenne yurtlarına dönebilmek için son bir mücadeleye girişiyor. Büyük çoğunluğu açlık, soğuk ve kurşunlara yenik düşüyor.

1881 _ Oturan Boğa teslim oluyor.

1886 _ 15 yıldır savaşan Apache reisi Geronimo teslim oluyor.

1890 _ Kabilesini sakin bir yere götürmek isteyen Koca Ayak, Yaralı Diz’de Yedinci Süvari Alayı’nın saldırısına uğruyor. 300 kızılderili öldürülüyor.

“Iyi bir Kizilderili, ölü bir Kizilderili’dir!” Amerika’daki isgalciler durumu o kadar vahsete dökmüslerdi ki bir Kizilderili kafa derisini getirene kafa derisi basina kirk sterlin ödül veriyorlardi. Bu ödül bazi yerlerde yüz dolara kadar çikiyordu. Ancak kadin ya da çocuk kafa derisi bunun yarisi ediyordu. Isgalcilerin vahsiligi onlar için paradan baska kahramanlik demekti. Bu yüzden pek çok kafa derisi avcisinin bir Kizilderili kadininin kafa derisini yüzüp arkadaslarina nasil büyük bir Kizilderili savasçisiyla mücadele ettigi yalanini anlatirlardi.

Kuzey Amerika’ya ilk Avrupalilar geldiklerinde orada bulunan Kizilderililerin sayisinin toplam bir iki milyon oldugu söylenir (sadece o bölgede). Oysa o zamanda Amerika Kitasi’nda ortalama seksen milyon Kizilderili yasiyordu. Yasamlarini karada ve suda avlanmakla idame ettiren bu barisçil halk, ilk zamanlar beyazlarin saldirganliklarina ve tacizlerine sert bir karsilik vermedi. Fakat beyaz adamin niyeti soykirim yapmakti. Beyazlarin isledigi cinayetlerin artmasiyla birlikte bazi savasçi kabileler direnise geçti. Fakat Kizilderililerin isyaniyla beyaz adam gemi iyice aziya aldi.

Kölelik nasil Kizilderilileri güçsüz düsürerek öldürücü mikroplara karsi dirençlerini kirdiysa, yasam biçimlerinin gemiler dolusu hastalik tarafindan mahvedilmesi de onlari kölelige karsi daha dayaniksiz hâle getirmistir. Kendini kölelige teslim etmek, bir sey yiyebilmenin tek yolu haline gelmisti. Plantasyonlara giderek ise alinmak için yalvariyorlardi. Bununla beraber Peru ve Sili nüfusu da yüzde doksan bes oraninda azalacak ve kitle katliaminin ve soykirimin vahim tablosu ortaya çikacakti.

Ispanyol Rahip Bartolome De Las Casas, 1542’de tanik oldugu olaylarin bir kismini söyle anlatiyor: “Hristiyanlarin son kirk yil içinde gösterdikleri zorbaca ve insanlik disi davranislar, iyimser bir tahminle aralarinda kadinlarin ve çocuklarin da bulundugu on iki milyondan fazla kisinin haksiz ve yersiz bir biçimde öldürülmelerine yol açmistir. Milyonlarca yerli de Avrupalilarin altin ve servet hirsi için kölelestirilmis, topraklarindan, yerinden, yurdundan edilmistir.”

İsmail Kahraman Ağabeyin İftarının Hatırlattıkları …

TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman’ın 24.Mayıs.2018 tarihinde Dolmabahçe Sarayında verdiği iftara davetli idim. Sağlığım sebebiyle hiçbir davete icabet edemediğim halde, torunum Berka’nın  da yardımı ile İsmail Ağabeyimizin iftarına icabet ettik. Orada; bir dönem hep birlikte İsmail Kahraman’ın başkanlığında çalışmalar yaptığımız birçok kardeşimizi de tekrar görmek, sohbet etmek nasip oldu.

MTTB deki hizmetleri:

Orada; bir dönem hep birlikte İsmail Kahraman’ın başkanlığında çalışmalar yaptığımız birçok kardeşimizi de tekrar görmek, sohbet etmek nasip oldu.

rize-kahraman-4

İsmail Ağabeyin; o dönemde MTTB de çalışan kardeşlerimizin yanında olduğu gibi benim yanımda da büyük önemi vardır. Bu; o sırada yapılan çalışmalar, mitingler,

toplantılar, kongreler, kavgalar, fakülte işgallerinde O’nun hep önümüzde, başımızda olmasından, atılan kurşunlardan, kavgalardan korkmadan başımızda bulunmasındandır.  O’nun ihlaslı, Karadenizliliğinin de verdiği cesur hareketleri ve soyadı gibi kahramanca tavrı bizi hep sürüklemiştir.

çiftcigüzeli

TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman ile Ankarada bulunduğum üniversite yıllarımda ve İstanbul’da iken MTTB de yakınında olduğum bir ağabeyimdir. Ben o zaman bir süre MTTB Basın-Yayın Müdürlüğünü de yaptım. Milli Gençlik Dergisini ve bazı kitapları yayınladım. Benden sonra, Çok değerli Kardeşim Mehmet Cemal Çİftcigüzeli aynı görevi yaptı.

Bizler o zamanki sırf Lillah için yaptığımız hizmetlerin ihlas ve manevi hazzını başka görevlerde göremedik.

Ben 1967 de Haftalık İTTİHAD Gazetesinin Ankara Büro Şefliğini yapıyordum. Aynı zamanda İlahiyat Fakültesinde de okuyordum. İlahiyat Fakültesinde okuyan bir kız arkadaşımız Hatice Babacan (Ali Babacan’ın halası) başını örtmüştü. Ben bunu gazeteme haber yaptım. “Fakültesi öğrencisi bir kız başını nasıl örter” diye Fakültedeki ve bütün Türkiyedeki Laikler ayağa kalktı.. Kızımıza yapmadıkları hakaret kalmadığı gibi, okuldan da attılar. Fakat, fakülte arkadaşları O’nu yalnız bırakmadılar. Ankara İlahiyat Fakültesi ilk defa Türkiyede dersleri Boykot etti.

İşte bu Boykot sırasında MTTB Başkanı olan İsmail Ağabeyimiz bize arka çıktı. Beyanatlarla, ziyaretlerle bizi destekledi. MTTB li öğrenciler Bakanları ve diğer Devlet Yöneticilerini ziyaret ederek yapılanları anlattılar ve kınadılar.

H.Babacan-ittihad

Daha sonraki yıllarda, İsmail Kahraman ağabeyin çok değerli ve önemli görevleri oldu. Milletvekilliği, Bakanlık yaptı. Siyaset hayatını da TBMM Başkanlığı ile taçlandırdı.

Rabbim uzun ömürler ve değerli hizmetlerini bundan sonra da nasip etsin…







WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın